İsmail Hakkı Özsarı
Ailede şiddet. Sokakta şiddet. Okulda şiddet. Stadyumda şiddet. Kısaca insanımızın var olduğu her yerde şiddet. İnsanlar özellikle büyük şehirlerde sokağa çıkamaz duruma geldiler. İşlenen suç adedinde inanılmaz artışlar var. Kapkaç, hırsızlık, cana kast vb.
Ne oluyor bize? Nereye gidiyoruz? Mutlaka bir açıklaması olmalı. Konunun üzerinde düşündüm. Kafa yordum. Ve şiddetin başlıca beş ayağı olduğu sonucuna ulaştım.
1- Yoksulluk. 2- Amaçsızlık. 3- Ümitsizlik. 4- Kültürel yozlaşma. 5- Kabadayılık kültürü.
Yoksulluk: Gelir dağılımı zaten bozuktu. Son yıllarda daha da bozuldu. Kişi başına düşen milli gelirler bilmem kaç dolara çıkmış. Çıkmış olabilir de, kimlerin cebine akmış bu dolarlar. Bakın: Kişi başı milli gelir 5000 dolar olan bir ülkede, beş nüfusla bir ailenin yıllık geliri ortalama 72 bin TL olması gerekir.
Diğer bir bakış açısıyla ailenin aylık geliri 6.000 TL olmalıdır. Ülkemizde kaç ailenin böyle bir geliri var. Reklamlarla sunulan nimetlere ulaşamayan insanların ruh halini düşünün.
Amaçsızlık: İnsanlarımızın, özellikle genç insanlarımızın, kendileri, aileleri, ülkeleri için belirli bir amaçları yok. Popüler kültürün de etkisiyle sadece marka düşkünü, iyi bir tüketici olarak yetiştirildiler. Dünyadaki tek amaçları; kısa yoldan zengin olup, yeme içme ve eğlenceden ibaret olan sanal bir dünyanın peşinde olmak. Burada eğitimi sorgulamak gerekir.
Ümitsizlik: Ümit mutluluğun anahtarıdır. Ümitsizlik ise sonu olmayan bir yoldur. İçimizde doldurulamayan boşluktur. Her şeyini özellikle de ümidini kaybeden insandan, korkmak gerekir. Çünkü kaybedebileceği bir şey kalmamıştır.
Kültürel Yozlaşma: Bizi biz yapan o güzelim değerlerimizi bir bir yitiriyoruz. Nedir bu değerler: Büyüklere saygı, küçüklere sevgi, yardımseverlik, aman dileyene el kaldırmama, komşusu açken tok yatmama anlayışı, mutluluğu ve kederi paylaşma vb.
Kız erkek ilişkilerinde dozajı aşma. Mahrem yerlerde yapılacak davranışların, park, bahçelerde sergilenmesi. Çocukların, gençlerin ağızlarında dolaşan sayıca yüzü aşmayan, bazı TV kanallarının ürettiği argo kültürden oluşan sözcükler. Yine, gençlerin birbirlerine televizyonlarındaki dizilerden esinlenerek taktıkları lakaplar. Burada da medya sorgulanmalı.
Kabadayılık kültürü: Öyle bir milletiz ki; kabadayılık kültürü genlerimizde mevcut. “Gebertirim ulan. Kodum mu, oturturum. İki seksen uzatırım” bizim dilimizdeki söylemler.
Bu yapı bir de özendirildi mi, varın gerisini düşünün. Adını, sanını duymadığımız, bilmediğimiz bir şarkıcı mıymış neymiş? Ekranda arkadaşına tokat attı. Haydi.. ertesi günden itibaren TV kanalları kuyruğa girdi. Kabadayıyı sırayla konuk ettiler. Adam birden meşhur oldu. Bunu izleyen bir genç nasıl düşünebilir sizce?
“Demek ki birini dövdüğünde herkes tanır, herkesten saygı görürsün” şeklinde olmaz mı? Yeni mahallemizde çocukların ellerinde oyuncak da olsa silahlar görüyorum. Aynen dizilerdeki ağabeylerini taklit ediyorlar.“Çuff.. Çuff… . Geberttim….”
Anneler, babalar size sesleniyorum: Çocuk dediğin, yaşamın kurallarını, oyun içinde öğrenir. Demokrasinin kurallarını (Oyunlarda yaptıkları seçme-seçilme işlemleriyle), kurallara uymayı (Her oyunun kuralı vardır.), sevgi, saygıyı…
Şiddeti de küçük yaştan itibaren oyunlarla öğrenebilir. Lütfen çocuklarınızın ellerine, tekrar ediyorum oyuncak da olsa silah vermeyin. Onları şiddet içeren oyunlardan uzak tutun.
Çözüm:
1- Çocuğun eğitimine daha doğmadan başlanmalı.
2- Anne-baba eğitimi şart olmalı. Şunu hiç anlayamam: bir metal parçası olan araba kullanmak için, eğitilen insanlar, anne-baba olmak için neden eğitilmezler. Yani diyorum ki anne-baba olabilmek için ehliyet (yeterlilik belgesi) alınmalı.
3- Çocuklara şiddet ve kabadayılık özendirilmemeli. Sorunların konuşa konuşa çözümlenmesi öğütlenmelidir.
4- TV yayınları gözden geçirilmeli. Bu konuda büyük (!) patronlardan, program yapımcısına kadar herkes sorumluluğunu bilmeli. RTÜK görevini yapmalı. (Televizyon öyle bir şey ki aynı uyuşturucu. Önce azar azar verip, sizi bağımlı kılıyorlar. Arkadan gelsin kısmet programları, bilmem ne star yarışmaları, gelin kaynana kavgaları vb. “Bunda ne var kardeşim? Basarsın düğmeye kanalı değiştirirsin, olur biter” diye düşünebilirsiniz. Pekiyi. İyi de 13-14 yaşındaki çocuğum, bunu nasıl başarabilecek?)
5- Eğitim-Öğretim programları, amaçları, içerikleri yönünden gözden geçirilmeli. Yeni düzenlemelere gidilmeli.
6- Gelir dağılımının düzeltilmesi yönünde, acilen adımlar atılmalı.
Çözülmeyecek sorun yoktur. Yeter ki istekli olalım.
ÖDÜL YOK, CEZA YOK, GERİ BİLDİRİM VAR
İnsanı umursayan, canlıları kaile alan, yaşamın bütünselliğini ve doğallığını savunan bir kültürdür Kızılderili kültürü.
Para ve güç tutkusu peşinde koşan Beyaz Adam’ın acımasızca yok ettiği kültüre ithaf edilen bir kitap, çocuk eğitimi konusunda çok yararlı bilgiler sunan, bir Kızılderili kabilesi olan Çeroki kültürünü anlatan önemli bir eser.
Sözünü ettiğim yapıt, Forrest Carter’ın “Küçük Ağaç’ın Eğitimi” adlı kitabıdır.
Küçük yaşta anne-babasız kalan Kızılderili çocuk büyük babasının yanına yerleşir. Büyük baba dağda tek başına yaban hayatı yaşamaktadır. Geçimini de viski yapıp şehirde satarak sağlamaktadır.
Yanına aldığı torununa hem büyük babalık hem de öğretmenlik yapar. Dağda yiyeceği nasıl temin edeceğini, yaban hayvanlara karşı nasıl korunacağını, viskinin nasıl yapılacağını öğretir.
Çocuk belirli bir yaşa gelince viski yapılan kazanların temizliğini kendisinin yapması için izin ister. Dedesi isteğini kabul eder. Çocuk da kazanları temizler. Kazanlar gerçekten çok güzel temizlenmiştir. Bunun üzerine Kızılderili dede torununa, “Aferin çok güzel temizlemişsin ya da şurası kirli kalmış” gibi sözler etmez. Şöyle der: “Bak küçükağaç kazanlar temiz olursa kötü kokmaz. Kötü kokmayınca da viskileri daha çabuk ve daha çok paraya satarız. Böylece çok kazanmış oluruz.”
İşte eğitimde geribildirim budur. Yani ne yaparsan, nasıl sonuç alırsın.
Sevgili okurlarım, çocuk yetiştirirken de dış odaklı övgü, ödül, ceza, rekabet gibi kavramları kullanırsanız, o çocuk kendisi için değil başkaları için yaşamayı öğrenir. Çocukta oturmuş bir karakter oluşturamazsınız. Çocuk hep şurada takılı kalır. “Elalem ne der” “İnsanlar benim için ne düşünüyor acaba”
Çocuğun yaptıkları hakkında bir yargıda bulunmamanız gerekir. Mesela çocuğunuz bir el işi yapmış diyelim, size gösteriyor ve ağzınızdan çıkacakları merakla bekliyor. Eğer siz güzel olmuş derseniz bir yargıda bulunmuş olursunuz. Ona verilecek yanıt “sen nasıl buluyorsun” olmalı. Önce o bir değerlendirme yapsın.
Çocuğunuzun sizin tarafınızdan beğenilmeye ve onaylanmaya ihtiyacı olduğunu anlıyorum. Çünkü doğal olarak her insanın onaylanmaya gereksinimi vardır. Ancak gerekli gereksiz onaylamak çocuğunuzu ilgi tutsağı onay bağımlısı haline getirebilir. Sizin yapacağınız, çocuğunuzu ve onun yaptıklarını fark etmek olmalıdır.
Mesela Zeynep odasını toplamış. Şunu demeyin, “Zeynep aferin odanı çok güzel toplamışsın.” Odasını toplamak zaten Zeynep’in yapması gereken bir iş. Onun görevi. Ya ne diyelim diyecek olursanız size şunu önerebilirim: “Zeynep odanı toplamışsın gördüm. “
İnsanları, özellikle de çocukları yargılamak hoş bir davranış değildir. İnsanlar kendileri talep etmedikleri sürece onları asla yargılamayın.
Sevgili anne babalar, çocuklarınız şu sözleri söylemekten mümkün olduğunca kaçının:
“Güzel kızım, yakışıklı oğlum, zeki çocuğum”
İnsan sürekli güzel, sürekli yakışıklı olamaz.
“Seninle gurur duyuyorum” demeyin. Bir çocuğun görevi anne babayı gururlandırmak değildir. Aksi halde çocuk anne babasını gururlandıracak diye kendi hayatını yaşayamıyor.
İnsanların hiçbir duygusu başkalarına bağlı olmamalı. Başkalarını üzmemek adına yapmak istediklerinizden vazgeçmek doğru değildir.
Saygılarımla.