İNSANOĞLU GİDEREK KANSERLEŞİYOR
İsmail Hakkı Özsarı
Günümüzün en korkulan hastalıklarından bir tanesi de kanserdir. Kanser en basit açıklamasıyla; Kontrolsüz hücre çoğalmasıdır. Sinir hücreleri hariç sağlıklı vücut hücreleri bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi, vücut dokularının onarılması, büyüme ve gelişme amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar.
Ancak, sonsuz sayıda bölünemezler. Bu yetenekleri sınırlıdır. Gerektiği yerde ve gerektiği sayıda bölünebilirler. Bu işi de aldıkları emirlere göre gerçekleştirirler. Yani söz dinleyerek yaparlar. Buna karşın kanser hücreleri bu bilinci kaybederler. Söz dinlemezler. Kontrolden çıkarlar. Kısaca anarşist haline gelirler. Zamanla biriken kanser hücreleri kitleler halinde bir araya gelirler. Bunlara TÜMÖR denir.
Eğer kanser hücreleri tümörden ayrılıp başka organlara giderse bu olaya tıp dilinde METASTAZ denir. Metastaz iki yolla olur. Birincisi LENF damarları (Ak kan taşırlar) yoluyla olur. İkincisi de VENLERLE (Toplardamarlarla) olur. Yani kan yoluyla yayılır. Bu hücreler gittikleri yerde tümör kolonileri oluşturarak büyümeye devam ederler. Zamanla, tedavi edilmeyen ya da edilemeyen bu tümör kitlelerini oluşturan kanser hücreleri çevre organlara bası yapar. Sağlıklı hücrelere kan yoluyla gelen besinlerle beslenerek onların ölmesine neden olurlar.
İşte böylece vücudun kendisinin ürettiği bu anarşist hücreler; zaman içinde ait olduğu bütünün ölüp yok olmasına neden olurlar. İnsanoğlu da tıpkı kanser hücresi gibi üzerinde yaşadığı dünyayı yok ediyor. Bunu yaparken; toprağı, suyu, havayı kirletiyor. Verimli arazileri yapılaşmaya açıyor. Fabrika atıklarıyla akarsuları ve denizleri kirletiyor.
Maden arama adı altında dünyanın en güzel köşelerini delik deşik ederek işe yaramaz hale getiriyor. Oysa bilmiyor mu ki altın, gümüş yenmez! Atalarımız ne güzel söylemişler; “Bir avuç altının olacağına bir avuç toprağın olsun.”
Bu gidişe dur demek gerekir. Bunun için de acilen şu önlemlerin alınması zorunludur; 1. Öncelikle fosil yakıtlardan (petrol, kömür vb.) kurtulup, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmelidir. 2. Zengin ülkeler aşırı kaynak tüketimine son vermelidirler. Zira insanoğlunun bu aç gözlülüğü tüm dünyanın sonunu yavaş yavaş getirmektedir. 3. Dünyamız büyümediğine göre nüfus artış hızı ile kaynaklar arasında doğru orantı kurulmalıdır. 1802 yılında 1 milyar olan dünya nüfusu bugün 7 milyar civarında. 4. Dünya üzerinde, adil bölüşümün gerçekleştirilmesi şarttır.
GELİYORUM DİYE BAĞIRAN TEHLİKE!
Önceleri de dağları tutan eşkıyalar vardı. Onlar fermanlara, buyruklara, haksızlıklara karşı çıkmışlardı dağlara. Dadaloğlu, Köroğlu bunlardan bir kaçıydı. Doğaya zarar vermiyorlardı. Buraları kendilerine yaşam alanı olarak seçmişlerdi.
Şimdilerde öyle mi!
Bugün dağları tutan eşkıya kapitalizmin taşıyıcıları olan kapitalistlerden başkası değil.
Şöyle bir dağlara bakın… En güzellerini eşkıya tutmuş.
Kaz Dağları dünyanın Alpler’den sonra en çok oksijen üreten yeri. Altın madeni aramak amacıyla karnı yarılıp, delik deşik edilmeye başlandı.
Karadeniz’in en güzel yaylaları, yayla evi yapmak bahanesiyle yavaş yavaş yok ediliyor. Dağlarımıza tesisler konuldukça köylülere, yoksullara yani asıl sahiplerine yasaklanıyor.
Akarsularımızın HES’ler yapmak bahanesiyle bir bir ölüm fermanları çıkartılıyor.
Ovalarımız yapı alanlarına açılarak beton yığınlarına çevriliyor.
Nilüfer Çayı simsiyah zehir akıyor. Dünyanın sayılı güzel ovalarından olan Bursa Ovası sanayileşme adına çölleşti.
Ege ve Akdeniz kıyılarımız sermayenin işgali altında. Giderek betonlaşıyor. Zehirleniyor. Bu gidişle balığı akvaryumda göreceğe benziyoruz.
Vahşi kapitalizmin doymak bilmeyen açgözlü sermayedarları gözünü doğaya dikmiş, onu acımasızca yıkıma uğratıyor.
Tüm bu olup bitenler karşısında bizler ne yapıyoruz?
Sadece susmakla yetiniyoruz. Oysa en kutsal hak yaşama hakkıdır. Birileri doğayı dolayısıyla yaşama hakkımızı yok ederken, bizlerin tüm olup bitene sessiz kalmamız anlaşılır gibi değil.
Var olmanın da yok olmanın da dili, dini, ırkı, mezhebi, milliyeti olmaz. Tüm dünyalılar olarak aynı geminin yolcusuyuz. Sırf düşmanlık olsun, zarar verelim diye bir başka ülkenin ormanlarını yakmak kadar aptalca bir davranış olamaz. Zira doğal kaynaklar insanlığın ortak malıdır. Yunanistan’daki ormanlarda üretilen oksijeni solumayız diyebilir miyiz? Böyle bir şey olabilir mi?
Bir insanın, böyle bir sürece sessiz kalması ya cahilliğiyle ya aptallığıyla ya da kaderciliğiyle açıklanabilir.
Kaderci insan başına gelen her musibeti tevekkülle karşılar. Sesini çıkarmaz.
Aptal ise akıl körüdür.
Anlaşılmaz olan okumuş, yazmış diplomalıların geliyorum diyen tehlike karşısında sessiz kalmalarıdır.
İnsan bir kere doğaya yabancılaşırsa, kendisine de yabancılaşır. Ardından akıl tutulmasına kapılır. Aklı tutulan insan daha sonra odun insan olur.
Çevremize şöyle bir baktığımızda bunlardan ne kadar çok görürüz.