İsmail Hakkı Özsarı
Yazıma konu olan öykü Edirne’de, Edirne’nin Yolüstü Köyü’nde yaşanmıştır.
Yolüstü Köyü’nün ince belli, tatlı dilli kömür gözlü Zeynep’i daha 17 yaşındadır. Bir gün komşu köye düğüne davet edilir. Zeynep o kadar güzel bir kızdır ki herkesin gözü üzerindedir. Davetliler arasında çok uzak, yaya üç günlük yoldan gelen bir de Ali vardır. Ali de Allah için yakışıklıdır hani. Düğün alayında Zeynep’i gören Ali’nin yüreğine bir ateş düşer ki sorma gitsin. Aracılar koşturur Zeynep’e, Zeynep de Ali’yi görür. Eh onun da yüreği pır pır eder. İçini tarif edemediği hoş duygular kaplar.
Her ikisi de köylerine döner. Yüreğine sevda çöreklenmiştir bir defa Ali’nin.
Hemen dünürcüleri yola düşürür. Anasının-babasının yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği, yavrum dediklerinde ağızlarından bir yavrum daha çıkan Zeynep’leri ellerinden alınmak istenmektedir.
Hem de “Allah’ın emri Peygamberin Kavli” ile.
Anası bu isteğe karşı çıkacak olur.
Zeynep anasına, “Anacığım sen de babama varmadın mı zamanında?”deyiverir. Eh söylenecek söz kalmamıştır.
Düğün günü gelip çatar. Yolüstü Köyü’nde çifte davullar, çifte zurnalar bir başka türlü çalmaktadır o gün.
Yeni yeni aşk tohumları ekilir yüreklere. Sonunda Zeynep aşrı aşrı köydeki Ali’sine kavuşur. Kavuşur da; işler bir türlü istediği gibi yürümemektedir.
Ali tuhaflaşmıştır. İlgisizliği Zeynep’i kahretmiştir.
Tamı tamına 7 yıl olmuştu köyden ayrılalı. Anası-babası, kardeşleri köyü burnunda tütmektedir Zeynep’in.
Bu duruma daha fazla dayanamayan Zeynep sonunda ince hastalığa yakalanır. Bir gün aşrı köyün tepesine çıkar. Bir türkü yakar ki yürekleri dağlar.
Anasına-babasına, kardeşlerine haber salınır. Üç gün sonra gelebilirler ancak. Çok geçe kalmışlardır.
Zeynep toprağa, türkü dillere düşmüştür artık: “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler, Annesinin bir tanesini hor görmesinler, Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim, hem annemi hem de babamı, Ben köyümü özledim.
Babamın bir atı olsa binse de gelse, Annemin yelkeni olsa açsa da gelse, Kardeşlerim yollarımı bilse de gelse, Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim, hem annemi hem babamı, Ben köyümü özledim.”
BAZI TİPLER
Bugünkü yazımda, sizin, bizim hepimizin çevresinde var olan çok kimsenin bir şey sandığı, gerçekte hiçbir şey olmayan tipleri anlatacağım.
Bu tipler nüfusun kâğıdına bakmadan adını soyadını söyleyemez. Eline verilen kâğıdı güçlükle okurlar. Tokalaşırken elinin ucunu uzatır ve karşısındakinin yüzüne bakmaktan kaçınırlar.
Konuşma, yazma ve başka becerileri olanları çekemezler. Ama kendilerinden söz edilmesini, alkışlanmayı, övülmeyi çok isterler. Kimselerin önlerine geçmelerini istemezler. Kıskançlık, kışkırtıcılık ve karıştırıcılık iliklerine kadar işlemiştir. Çıkarları için önünde eğilmeyecek kimse, öpülmeyecek ayak yoktur. Her devrin adamıdırlar. Hak etmedikleri mevkilere gelmeyi çok isterler. Sonrada ağaca çıkan maymunun yükseldikçe poposu açıklığının artması gibi bütün kişilikleri ortaya dökülür.
Toplum dışıdırlar. Hiçbir akrabalık, dostluk ilişkileri yoktur. Onları toplumsal etkinliklerin bir tanesinde bile göremezsiniz.
Cimriliği tutumluluk gibi göstermeye çalışırlar. Bir demet soğan için üç manav, bir top tuvalet kağıdı için beş market dolaşırlar.
Tavşan pisliği gibi ne kokar ne de bulaşırlar. Kendilerinden başka kimseyi beğenmezler. İlkel ve kabadırlar. Tembel oldukları halde çalışkan görünmeye çalışırlar. Tartışmalara kendileri katılmaz, başkalarını kışkırtarak öne çıkarırlar. Ana diline egemen değildirler. Konuşmaları kabadır. Her fırsatta hakarete kalkışırlar, karşılığını görünce de ses çıkarmazlar.
Arkalarından atıp tuttukları ile karşılaşınca kara yüzlerinde karanfiller açar. Çok rahat yalan söylerler. Sıkışınca da inkâr ederler.
Görgüsüzdürler. Kabalaşarak ilgi çekme mayilindedirler. Sözde demokrat ve uygardırlar. Ancak kendisi gibi düşünmeyenlerle ilişkilerini dargınlığa kadar vardırırlar.
Size işleri düşünce elinizi eteğinizi öperler, işleri bitince de tekmeleyiverirler. Yüzlerine tükürülecek bu kişilerle birlikte olmak büyük şansızlıktır.