İsmail Hakkı Özsarı
Cep telefonuma gelen bir takım abuk subuk mesajlarla sık sık rahatsız ediliyorum. Örneğin: “Kredi kartı borcunuzun şu kadarını ödeyin, kalanını şu kadar taksite bölelim. Bilmem ne günü için, bilmem nerede sizin için şu kadar indirim yaptık. Şu kadar harcayın, şu kadar para kazanın.” Ve daha birçokları…
Siz de zannedersiniz ki; yahu beni ne kadar çok seviyorlar. Beni ne kadar çok düşünüyorlar. Biraz araştırır, biraz düşünürseniz böyle olmadığını anlarsınız.
En ilginç mesajlardan biri de geçenlerde geldi. Aynen şöyle diyordu: “770 lira harcayın 15 lira kazanın.” 770 lira harcayıp da 15 lira nasıl kazanılır, bilen varsa bana da öğretsin. 770 lira harcanacaksa bir ihtiyaç için harcanır. İhtiyaç yokken harcanması savurganlık olmaz mı?
İşte israf ekonomisinin fikir babası olan kapitalizmin insanlığı getirdiği nokta! Harca. Harca. Harca. Daha çok harca. Daha çok tüket. İnsanlar öylesine koşullandırıldılar ki nasıl üretirim diye düşünen pek yok. Varsa yoksa nasıl olur da daha çok tüketebilirim derdindeler.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın bir araştırmasına göre; Akdeniz havzalarındaki golf alanları halkın içme sularını tüketmekte. Ve çok ilginçtir ki bu koruma raporuna göre sadece bir golf sahasının tükettiği su 12 bin nüfuslu yerleşim biriminin ihtiyacı olan suya denk gelmektedir. Hiç kimse gereksiz tükettiği bir şey için “Kardeşim faturasını ben ödüyorum, sana ne” diyemez. Dememelidir. Faturasını ödeyebilir ama insanlığın ortak malı olan yaşam kaynaklarını gereksiz tüketme hak ve lüksüne sahip değildir.
Savurganlık tutkusunu tatmin etmek için daha çok tüketmek zorundadırlar. Daha çok tüketmek için de başkalarının haklarına el uzatmak durumunda olurlar. Yapılan araştırmalar şu çarpık tabloyu açıkça ortaya koymaktadır.
Kuzey Amerika (ABD, Kanada) ve Avrupa’da yaşayan yüze 12’lik bir kesim dünyadaki tüm harcamaların yüzde 60’ını yapmaktadır.
Öte yandan Güney Asya, Orta ve Güney Afrika ülkelerinde yaşayan ve nüfusun üçte birini oluşturan kesim ise sadece yüzde 3,2’lik harcama yapmaktadırlar. Şunu çok iyi anlıyoruz ki; doğanın tahribine yol açan, atmosferi kirleten, su kaynaklarını aşırı tüketen, kısaca tüm insanlığa ait kaynakları sömüren, sömürdükçe semiren, aynı zamanda dünyadaki paylaşımı bozan ta kendileridir. Yani yüzde 12’lik kesim.
CAN SUYU
İnsanoğlu ana rahmindeki gelişimini su içinde tamamlar. Bebek doğduğunda vücudunun % 90-95´ini su oluşturmaktadır. Yıllar içinde bu oran % 70-80’e düşer. Vücudumuzdaki su musluk suyu gibi değildir. İçerisinde Ca, kalsiyum, magnezyum, demir, sodyum, potasyum, klor gibi elementler vardır. Bir şekilde deniz suyuna benzetebiliriz.
İnsan vücudunda yaklaşık olarak 50 trilyon hücre vardır. Bu kadar hücre beyni eşgüdümünde can suyu içerisinde her biri üzerine düşen görevi yerine getirmekle yükümlüdür. Can suyu içerisinde kimyasal elementler, elektrolitler, proteinler, şekerler bulunur.
Gelin bu suyun önemini kavramaya çalışalım. Can suyunu bir renk olarak düşünelim. Fizyolojik ve psikolojik olarak kendimizi çok iyi hissettiğimiz zaman suyun rengini türkuaz olarak hayal edelim. Türkuaz renkli can suyunda tüm hücreler faaliyetlerini kusursuz olarak yerine getirirler. Şimdide her şey yolunda giderken birden sinirlendiğimizi, üzüldüğünüzü farz edin. Bu durumda türkuaz renkli suyun içerisine aniden beyinden böbreküstü bezlerinden yıkıcı hormonlar (Kortizol, adrenalin) salgılanır. Tıpkı türkuaz renkli suyun içine kırmızı boya salınmış gibi suyun rengi değişir. Vücut sıvısında türkuaz renk artık kaybolmuştur.
İşte bu sıvının renginin değişmesi sonucunda 50 trilyon hücre arasındaki koordineli çalışma ahengi bozulur. İnsanın dış görünüşü de değişir. Yüzü ya solgunlaşır ya da kızarır. Bu durum 15-20 dakika içinde faydalı olabilir. Zira kişinin ağrı eşiği yükselir. Vücut dikleşir. Kanlar gerilir. Kişi gerilmiş yay gibidir. Kızgınlık ve tehlike geçince de can suyu rengi yavaş yavaş türkuaza dönmeye başlar. Hücresel faaliyetler de normale döner.
Bir Çin Atasözü’nün dediği gibi “Zihinde şahlanan, kendini beyinde gösterir.”
Nasıl ki kızgınlık ve tehlike anında can suyu rengini türkuazdan başka renge dönüşüyorsa neşe, mutluluk, hoşgörü anında da tekrar eski rengine türkuaza dönüşür. Bu olayı daha kolay anlaşılması için şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.
Turkuaz renkte, içinde her türlü canlı olan bir göl düşünelim. Balıkları ve su bitkilerini de hücre olarak hayal edelim. Gölün suyunun rengi türkuazken her şey yolundadır. Zaman içinde bu gölün kıyısına bir fabrika kurulduğunu düşünelim. Fabrikadan göle zehirli atıklar karışacaktır. Bir süre sonra gölün doğal rengi değişecektir. Bu durumda gölün içindeki canlıların sağlığı giderek bozulacaktır. Daha da ilerisi öleceklerdir. İşte bizim vücudumuzda stres fabrikalarının kurulmasına izin verirsek bizim hücrelerimizde tıpkı göldeki balıklar gibi zamanla hastalanıp öleceklerdir.
Can Suyu’nun rengini etkileyen faktörler: 1. Solunumla aldığımız hava ve içindeki moleküller (kısaca hava) 2. Yediğimiz içtiğimiz gıdalarla alınan moleküller (kısaca yiyecekler) 3. Düşüncenin ürettiği moleküller (üzüntüler, sevinçler, mutluluklar v.s….)