İsmail Hakkı Özsarı
Hafta sonları gölde avlanan genç bir adamın oltasına, her zamankinden değişik türde balık takılır. O da ne? Balık çok renkli ve farklı.
İlginç bir yaratık. Üstelik konuşabiliyor.
Genç adam hayretler içinde kalır. Şaşkınlığından ne yapacağını bilemez. Balık, “Eğer beni azad eder, yaşamama izin verirsen, senin üç dileğini yerine getireceğim.” der.
Delikanlı şaşkın vaziyette, “Sadece üç dilek mi?” diye sorar ve “Anlaşma yapalım, sen benim beş dileğimi yerine getir, bende senin hayatını bağışlayayım.” ifadesini kullanır.
Balık, “Kusura bakma dostum” der, “Sadece üç dileğini yerine getirebilirim.”
Genç adam aç gözlülüğünü sürdürür. Ama anlaşmakta da kararlıdır. “Pekala” diyerek, “Madem öyleyse dört dileğimi kabul et.”
Balık bu defa bitkin bir sesle “Üç dilek, başka yok.” diye seslenir.
Bu kez genç adam düşünmeye başlar; üç dilek mi tutmalı, dörtte ısrarcı mı olmalı. Yoksa gölde başka konuşan balıkları da tutup dilek sayısını mı arttırmalı.
Nihayet kararını verir. “Peki, sen kazandın konuşan balık, üç dilek tutmayı kabul ediyorum.”
Fakat balıkta ses yok. Onun bu sözlerine karşılık veremez. Genç adam sepete baktığında, artık iş işten geçmiştir. Balığın çoktan öldüğünü görür.
Eh! Ne diyelim… Kıssadan hisse.
Yaşam bize fırsatlarını belirli zamanlarda sunar. Yeter ki aç gözlü yaşamayalım. Kararlı olalım. Doğru yerde bulunalım. Yeter ki zamanlamayı iyi kullanalım. Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz.
ZAMAN GÖRECELİ BİR KAVRAMDIR
Hayatı ve mekânı sınırlı insan, zamanın ve evrenin sonsuzluğuna kendisini uyarlamak için saati icat etmiştir.
Zamanı, saatle takvimle ölçeriz. Saniyeler birleşir dakikaları, dakikalar birleşir saatleri, saatler birleşir günleri, günler birbirini kovalar haftaları, haftalar ayları, aylar yılları oluşturur.
“Bugün de geçti”, “Bizden geçti”, “Zaman nasıl da çabuk geçiyor”, Zaman çabuk mu geçiyor acaba?
Bir eli yağda bir eli balda sıkıntısız bir hayat sürenler için zaman çabuk geçmektedir. Ve sık sık şöyle der: “Göz açıp kapayıncaya kadar geçti, nasıl geçtiğini anlamadım.” Aynı soruyu askerde gün sayana, demir parmaklıklar arasında ceza çekene, hasta yatağında kapılara bakana soralım bakalım ne diyecekler!
İlkel insana ve bilge insana göre de zamanın geçmesi farklı algılanır. İlkel insana göre zamanın geçmesi, saçların ağarması, yüzün kırışması, belin bükülmesidir. Bilge insana göre ise büyüme, olgunlaşma, insan yaşamının zenginleşmesidir.
Kargaların 150 yıl, kaplumbağaların 100 yıl, kedi köpeğin 15 yıl insanların 70 – 80 yıl yaşadığı kabul edilir. Gölde yaşayan bir sinek türü vardır. Bunun ömrü sadece bir gündür. Bu sinek sabah saat 9 ya da 10 gibi ölürse “arkadaşları vah vah çok genç ölmüş” derlermiş. E akşama kadar yaşa çok uzun yaşamış olacak bu durumda.
Zaman dediğimiz şey ne kadar göreceli değil mi sevgili okurlarım, dünyanın yaşı yanında insan ömrü nedir ki! Okyanusta bir damla… İşte bu çelişkiye göre bilge insan, kendini dünya ile, evren ile, zaman ile ölüm ile bütünleştirir. Bunlara hiç kafa yormaz her şeyi kendi doğallığı içinde kabullenir.
Yine bu çelişkiyi gören fakat anlayamayan ilkel insan, yaşamın güzelliğini, ölümün kaçınılmazlığını anlayamaz. Hırslarının esiri olur.
Bir de zalim yöneticiler vardır ki, bunlar kendi iktidarlarının hiç bitmeyeceğini zannederler. Hem de onlar için zaman çok hızlı geçtiği halde…
Bilge insan mutludur. Bilge insan zalime ve zulme karşıdır. Bilge insan başkalarını da mutlu eden insandır. Zalim insan mutsuzdur. Zalim insan zulüm yapar. Zalim insan başkalarını da mutsuz eder.
Sevgili okurlarım, dinimiz şöyle buyurur: “Zalimlerin zulmüne sessiz kalmak pasif zalimliktir.”
Saygılarımla.