İsmail Hakkı Özsarı
“Bizim topraklarımız yozlaştı… Artık çocuklarımız, gençlerimiz yozlaştı…“Eğer halkımızın geleceği bugünün sorumsuz gençliğine dayanacaksa, sonucu pek umutlu görmüyorum. Bütün gençler anlatılmayacak kadar dengesiz. Çocukluğumuzda bize büyüklerimize karşı daha ölçülü ve saygılı olmamızı öğretmişlerdi. Fakat bugünün gençleri sınırlandırmaya karşı çıkıyor. Son derece kurnazca ve sabırsızca davranıyorlar.
“Bugünün gençleri lüksten hoşlanıyor. Kötü davranışlar benimsiyorlar. Beden eğitimi ve sporla ilgileneceklerine, boş sözlerle zaman geçiriyorlar. Ailelerine ve öğretmenlerine karşı çıkıyorlar. Misafirlerin önünde gelişigüzel konuşuyorlar. Sofradaki yemekleri kapışıyorlar.
Gençliğin durumunu anlatan bu alıntılar. Mısır’da M.Ö. 200-1500 yıllarından kalan papirüslerde o dönemin Firavunun gençlere ilişkin düşüncelerini dile getiriyor.
M.Ö. 450 yıllarında yaşayan SOKRATES’in Yunanlı gençlerin davranışlarına ilişkin sözlerinin bir parçası. Görüldüğü gibi kuşak çatışması yüzlerce hatta binlerce yıldan beri süregelmektedir.
Bu doğal ve evrensel bir olgudur.
Bundan sonra da sürecektir. Ancak günümüzün baş döndürücü bir hızla gelişen ekonomik ve teknolojik değişimleri bu çatışmayı daha da derinleştirmektedir.
Kuşaklar arası çatışmanın nedeni, gençlerle yetişkinler arası iletişim kopukluğudur. Karşılıklı gönderilen mesajların anlaşılmamasıdır.
Gençlere verilen iletilerde çelişkiler vardır. Bir gün “artık büyüdün, kendi kararlarını kendin ver” denilirken, bir başka gün “sen daha çocuksun, aklın ermez” deniliyor.
Gençlerde de çoğu kez benzer çelişkilere rastlanır. Genç kendini bazen koca adam görür ve bazı sorunları çözeceğine inanır. Bazen de “ben daha çocuğum, aklım ermez,, diyerek sorumluluktan kaçabilir.
Bu konuda sağlıklı ilişkiler kurulabilmesinin en doğru yolu “EMPATİ” yapmaktır.
Önce yetişkin kendisini gencin yerine koyacak ve şu soruyu kendisine soracak: “Ben genç olsaydım, nasıl davranırdım?”
Aynı şekilde, gençte kendisini yetişkinin yerine koyup “Ben yetişkin olsaydım, nasıl davranırdım?” diyecek. Görülecek ki böyle yapıldığında kuşaklar arası çatışma daha hafifleyecektir.
İNSANIN İÇİNDEKİ İYİLİĞİ ÖLDÜRMEYİN
Bir zamanlar köyün birinde bir ağa yaşıyormuş. Bir de özgürlüğüne çok düşkün cesur bir delikanlı. Bu delikanlının öyle bir atı varmış ki dillere destanmış. Bütün yarışlarda ağanın atları dahil bütün atları geride bırakıyormuş.
Ağanın gözü bu attaymış. Bu atı satın almak istiyormuş. Fakat delikanlı bir türlü satmaya yanaşmıyormuş. Ağada bu arada atın hasretiyle yanıp tutuşuyormuş.
Ağanın en zeki adamlarından birisi ağaya: -“Ağam kendini üzme, akşam o atı ahırda bil” demiş.
Bunun üzerine, delikanlının her akşam köye döndüğü yolun kenarına yüzü koyun yatmış ve delikanlı yaklaşınca da: “Ah karnım…. Ölüyorum…” diye inlemeye başlamış.
Delikanlı bu durumu görünce atından inerek adamın yanına koşmuş. Onu usulca yattığı yerden kaldırarak kendi atına bindirmiş. Sarsılmasın diye de kendisi atın yularından tutarak yürümeye başlamış. Hilekâr adam, birkaç dakika sonra at ile uzaklaşmaya başlayınca delikanlı arkasından seslenmiş.
-“Bir dakika bekle, bir şey söyleyeceğim. Sakın bu atı bu şekilde elde ettiğini kimseye söyleme!”
Adam gülerek: “Neden? Enayi olduğun ortaya çıkmasın diye mi?” demiş.
Delikanlı bu sözün üzerine üzülerek şöyle söylemiş.
-“Hayır, onunla ilgisi yok. Fakat sen bu olayı herkese anlatırsan, bir daha hiç kimse yol kenarında rahatsızlanan ve gerçekten yardıma ihtiyaç olan insanlara durarak yardım etmez. Bu insan senin kardeşin bile olsa. Yani sen bu olayı anlatarak insanların içinde iyilik yapma arzusunu yok edebilirsin.”
Ne kadar tanıdık bir öykü değil mi? Sevgili okurlarım.
Hep duyuyoruz.
Evinde misafir ettiği adam tarafından soyuldu.
Arabasına aldığı kişi tarafından öldürüldü.
Borcuna kefil olduğu arkadaşı tarafından ocağına incir ağacı dikildi.
Acıdı, borç verdi, parasını alamadı, katil oldu.
Yani merhametten maraz mı doğuyor dersiniz.
Yok yok yine de merhameti elden bırakmamak gerekir. Yani kurunun yanında yaşlar yanmasın. Saygılarımla.