Türkiye’de bulunan geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin meselelerinin masaya yatırıldığı Mudanya Kitap Fuarı’nın sonuç bildirgesi açıklandı. Gazeteci, yazar, akademisyen ve siyasetçilerin katkılarıyla hazırlanan raporda, kalanlar için “gerçekçi toplumsal uyum ve koruma”, ülkelerine dönmek isteyen Suriyeliler içinse “gerçekçi bir dönüş politikası” teklif edildi.
Mudanya Belediyesi ve Yayıncılar Kooperatifi iş birliğiyle “Türkiye’nin Dış Politikası ve Mültecilik – Gelenler, Gidenler ve Kalanlar” adıyla düzenlenen 1. Mudanya Kitap Fuarı’nın sonuç bildirgesi açıklandı. Gazeteci, yazar, akademisyen ve dış politikada tecrübeli siyasetçilerin öncülüğünde Türkiye’de bulunan geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin meselelerinin ele alındığı fuarın ardından çıkan sonuçlar, rapor hâline getirildi. Raporda, Eylül 2019 rakamlarına göre, geçici barınma merkezlerinde kalan Suriyeli sayısı 63 bin 434 kişiyken, kentlerin büyük bölümünde yaşanan sosyal değişimin yerel yönetimlerin öncelikli konuları arasına girdiğine dikkat çekildi. Hukukî statü, kayıt altına alma ve demografi; toplumsal ve kültürel uyum, istihdam, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, barınma, kadın ve çocuk konularına yer verildi.
Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, “Rakamlar yorumlandığında Türkiye’de istihdam, eğitim, sağlık, güvenlik ve ‘birlikte yaşama’ kültürü gerek Suriyeli misafirlerimiz gerekse de hemşehrilerimiz açısından birçok şehirde sıkıntı yumağı hâline gelmiştir. Ülkemizin bu büyük sorununa yerelden sunduğumuz katkıya destek veren isimlere sonsuz teşekkürlerimizi sunuyor, ülkemize ve insanlığa faydalı olmasını diliyoruz” ifadelerini kullandı.
Raporda şu ifadelere yer verildi: “Türkiye’de misafir edilen Suriyelilerle ilgili her şeyden önce bir “tanım” sorunu yaşanıyor. Buna göre Türkiye, 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukukî Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne 1961 tarihinde taraf olmuş, sözleşmenin kapsamını genişleten 1967 tarihli New York Protokolü’ne de 1968 yılında katılmış, ancak Türkiye sözleşmeye taraf olurken, coğrafi sınırlama şerhi koymuş ve bu sınırlamayı günümüze kadar sürdürmüştür. Bu sözleşmeye göre coğrafi kısıtlama olması, Avrupa Konseyi üye ülkeleri dışından gelip Türkiye’ye sığınanlara mülteci statüsü tanınmayacağı anlamına gelmektedir. Bundan hareketle Türkiye’nin doğusu ve güneyinden gelenlerin Türkiye’de “mülteci” statüsü bulunmuyor. Türkiye’de Avrupa dışından gelenlere mültecilik hakkı verilmezken, “sığınmacı” terimi ise hukuk sisteminde yer almıyor. Bütün bu bilgiler neticesinde devlet kaynaklı şiddet ya da iç çatışma sebebiyle söz konusu üçüncü ülkelerden kaçarak ülkemize gelen kişilere, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesi uyarınca “Geçici Koruma” sağlanmaktadır.
Nüfusun yüzde 6’sı Suriyeli
Güncel verilerin Türkiye nüfusuna oranlanmasına baktığımızda ise 82 milyonluk nüfusun yüzde 6’sı Suriyeli 2011 yılında Suriye’de başlayan savaş ve insani krizin sonucu olarak milyonlarca insan yerinden edilmiş, açık kapı, temel ihtiyaçların karşılanması ve geri göndermeme esaslarına dayanan bir politika uygulanmıştır. Bu politikalar sonucunda Türkiye dünyadaki en büyük sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. Nisan 2011’de Suriye’de iç savaşın başladığı dönemde ülkenin nüfusu 22 milyondu. Suriye’de iç savaş 13 milyon insanı yerinden etmiş, yerlerinden edilen Suriyelilerin 6 milyonu yurt dışına kaçmıştır. 2019 yılı başı itibarıyla resmi rakamlara göre Türkiye’de “Geçici Koruma” kapsamındaki Suriyeli sayısı ise yaklaşık 3 milyon 666 bindir. Ancak sahada çalışan sivil toplum kuruluşları uzmanları ve akademisyenler, ülkemizde kayıt altına alınmamış 4 ile 5 milyon arasında Suriyelinin olduğunu belirtiyor.
Ülkemizde kendilerine bazı temel haklar tanınan Suriyeliler, buna rağmen zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmektedir. Bunların başında geçim, barınma, sağlık ve eğitim gelmektedir Kasım 2018’deki en son rakama göre son 8 yılda Türkiye’de doğan Suriyeli sayısı 405 bin 521, 1 Ağustos 2019 tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını alan Suriyeli sayısı 92 bin 280, Türkiye’deki Suriyelilerin yaş ortalaması 22,5, Türkiye’deki genç nüfus oranı ise 31,7. İş gücüne katılımına baktığımızda Türkiye’de Suriyeliler ucuz işgücü olarak kullanılıyor. Türkiye’de genç işsizlik yüzde 25’i bulmuşken, resmi olmayan rakamlar Türkiye’deki mevcut işsizliğin neredeyse yüzde 20’ye yaklaştığını söylüyor. Geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin 2 milyon 184 bini çalışma yaşı aralığında. Türkiye’de çalışma izni verilen Suriyeli sayısı ise yaklaşık 31 bin. 1 milyonun üzerinde Suriyeli ise kayıt dışı istihdam ediliyor. Türkiye’de zorunlu eğitim çağında 1 milyondan fazla Suriyeli çocuk bulunuyor. Her 3 çocuktan 1’i eğitim sisteminin dışında kalıyor. Bunun önemli bir sebebi de dil engeli… Türkiye’de yaşayan Suriyeli kız çocukları ve kadınlar birçok hak ihlaline ve suiistimale maruz kalıyor. 2016’da 525 çocuk cinsel istismara uğrarken, 2017’de 288 çocuk, 2018’de bin 698 çocuk cinsel istismar kurbanı ülkemizde yaşayan sığınmacıların sayısı illerimizin nüfus yapısını ve yerel hizmet kapasitelerini çok önemli oranda etkilemiştir. Suriyeliler, artan göç hareketleriyle birlikte, belediyeler ve şehir halkı ile daha yakından temas etmeye başlamışlardır. Sistem dışına itilen Suriyeliler kendi mahallelerini oluşturup, savunmalarını kendileri sağlayacak bir duruma geliyorlar. Çözüm yollarının başında ise dış politikada başta komşumuz Suriye olmak üzere, bölgemizde barışın ve huzurun kalıcı bir biçimde sağlanması geliyor.”
Raporda yer alan çözüm önerileri ise şöyle: “Türkiye’de bulunan bütün Suriyeliler öncelikle kayıt altına alınmalı. Bölgede huzur ve güvenliğin yeniden sağlanabilmesi için barışçı ve istikrarlı Suriye politikası izlenebilmesi, bunun için Türkiye’nin, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duyarak, Suriye yönetimiyle temasa temasa geçmesi gerekmektedir. Ülkelerine güvenle dönebilecekleri barış ve huzur ortamı tesis edilene kadar Suriyelilerin uluslararası ve ulusal hukuk çerçevesinde sahip oldukları temel haklar güvence altına alınmalıdır. Suriyelilerin büyük bir kısmının gelecekte geri dönmeyeceği, Türkiye’de kalıcı olacağına dair araştırmalar ve verilere ilişkin kapsamlı bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Kalanlar için, kanunî temelli ve kalıcı sistemler üzerinde çalışma yapılması önem taşımaktadır. Kalanlar için birlikte hayata uyum çalışmaları gerekmektedir. Bunun için psikolojik destek, kültürel ve sosyal uyum desteği ile yerel halkın sürece etkin bir şekilde katılımı sağlanmalıdır. Giderek tırmanan göç sorununun çözümüne ilişkin olarak Göç ve Uyum Bakanlığı’nın kurulması gerekmektedir.
Suriyeliler Türkiye ekonomisi içerisinde en ağır şekilde sömürülmekte, Suriyelilerin istihdamı zaten sorunlu olan çalışma alanına yeni sıkıntılar eklemektedir. Mültecilerin kayıt için ekonomiye çekilmesi, bununla birlikte çalışma hayatının denetime tabii tutulması gerekmektedir. Suriyelilerin çalışma yaşamına katılmalarına dair düzenlemeler ‘haklar’ zemininde ele alınmalı, bu alandaki uluslararası sözleşmelere uyum sağlanmalıdır. Ülkemizdeki Suriyelilerin eğitime erişimi, eğitime devam edebilmeleri uyumları açısından önem taşıyor. Göçmenlerin göç ettikleri ülkenin dilini öğrenmesi, niteliklerinin artması, sosyal hayatın tüm alanlarında üçüncü kişilerin aracılığı olmadan bağımsız hareket edebilmelerini sağlayacak bilgi ve beceriler kazanması gerekmektedir. Suriyelilerin sağlık, eğitim, çalışma ve barınma haklarına dair demokratik kitle örgütleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yürütülmesi gerekmektedir. Suriyelilerin kentlerde sağlık, eğitim başta olmak üzere kamu kurumlarına erişiminin sağlanmasında kolaylaştırıcı rol üstlenilmesinin yanı sıra ‘Birlikte yaşamaya’ adapte edilmesi için yerel yönetimlerle işbirliği yapılmalıdır. Suriyeli mültecilerin yaşadığı en önemli sosyal ve toplumsal sorunların başında nefret söylemleri ve linç girişimleri gelmektedir. Suriyelilere yönelik ayrımcılık ve nefret söylemleri uzun vadede halk ile mülteciler arasında çatışmaların doğmasına neden olabilmektedir. Bu tür söylemleri topluma kolayca bulaştıran mecra ise medya ve siyasettir. Medyanın ve siyasî aktörlerin sevgi dilini kullanması bu aşamada oldukça önemlidir.”