İsmail Hakkı Özsarı
Eğitimin asıl sorulması gereken temel sorusu bu olmalıdır.
Sahi eğitimden ne bekliyoruz?
Bu soruyu önce anne-babalar kendilerine sormalıdırlar. Daha sonra öğrenci ve öğretmenler. Son olarak da yetkililer sormalıdır.
Anne-babalar bu soruya genellikle ‘Okusun, yetişsin, hayatını kurtarsın’ diye yanıtlar.
Öğrenciler de üç aşağı – beş yukarı aynı anlamda cevaplar verirler.
Öğretmenler ve Milli Eğitim yetkilileri de ‘Gençler okusunlar. Toplumda eğitilmiş insan sayısı artsın. Böylece ülke daha ileri noktalara taşınır.’ diye düşünürler.
Ne yazık ki gerçekler böyle değildir.
Eğitim = iyi meslek = iyi iş = iyi para = iyi hayat denklemi çalışmıyor. Emlakçıların yanında ayakçılık yapan çok üniversite mezunu genç tanıdım.
Eğitim iyi donanımdır. İyi donanım kişiliği geliştirir. Kişiliği gelişen kişi hayatta söz sahibidir. Doğrusu böyle olmalıdır değil mi? Peki ülkemizde eğitimin amacı böyle insan yetiştirmek midir? Üzgünüm, evet diyemeyeceğim.
Öğrencilerimiz neyi niçin öğrendiğini bilmiyor. Geleceğe yönelik hedefleri olanların sayısı çok az.
Aileler bu durumu sorun olarak görüyorlar mı? Görüyorlarsa kendilerine yardımcı olan var mı? Öğretmenler de suçu öğrencilere atarak işin içinden sıyrılıyor.
Genç şunu çok iyi biliyor. Bu ülkede paranın eğitimin ucunda olmadığını görüyor. Çok paranın eğitimle kazanılmadığının farkında. İyi para dürüst ticaretle de kazanılmıyor. Bol para katakulliyle kazanılıyor. Başkalarını kandırmakla kazanılıyor. Yalanla, talanla kazanılıyor. Ya da sırtını devlet babaya dayarsın. Alırsın ballı börekli ihaleleri çuval dolusu para kazanırsın.
Ülkemizde eğitimle kazanılan sadece bir diplomadır. O da çoğu kez bir işe yaramaz. Onunla işe girilmez, para kazanamazsınız.
İyi de ne yapmalı?
İnsanlarımıza öncelikle bilinçlendirme, farkındalık kazandırma eğitimi vermeliyiz. Neden-sonuç ilişkilerini kurabilmeyi öğretmeliyiz.
Hayatta var olmanın ve başarılı olmanın temelinde sorumluluk duygusu yatmaktadır. Sorumluluk eğitimi vermeliyiz.
Zira ne yaşadığını, nasıl yaşadığını bilmek çok önemli bir kazanımdır. Yaşadığı süreci kavrayamayanların başarılı olmaları zordur.
Bizim toplumumuzda ‘Kervan yolda düzülür’ anlayışı hakimdir. Yani hayattan öğrenmektedir.. Başına gelince öğrenmektedir! Böyle olunca da öğrenmenin bedeli ağır olmaktadır. Hatta bazıları başına gelenlerden de öğrenmemekte, ders almadığı için başı beladan kurtulmamaktadır.
TARİHİNİ BİLMEYEN ULUSLARIN COĞRAFYALARINI BAŞKALARI ÇİZER
Türkler dünyanın en eski milletlerindendir. Türklerin tarihini anlatan kitaplar kütüphaneler dolusudur. Ben bu yazımda çok kısa olarak Osmanlı tarihinden ve Cumhuriyet tarihinden söz edeceğim. Zira özellikle son dönemler Cumhuriyet’e yapılan hakaretler zoruma gidiyor.
Osmanlı tarihinin son dönemlerini anımsayalım. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa ordusuyla Kütahya’ya kadar gelmiş, İngilizlerin baskısıyla İstanbul’a yürümekten vazgeçmişti. Sonra Kırım Savaş yapıldı. Osmanlı’nın adı vardı ancak ordusu yoktu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası sonuç tam anlamıyla bir hüsran. Doğu Anadolu işgal edildi. Batıda ise Ruslar Ayestefanos’a (Yeşilköy) kadar geldiler. İngilizler sudan bahanelerle 1882’de Mısır’ı işgal ettiler. Bu arada Osmanlı yönetimdeki tüm Müslüman ülkeler sömürgeleştirildi. Sıra Duyun-u Umumiye ile Osmanlıyı teslim almaya gelmişti.
1915 yılında Çanakkale’deki yüz binlerce şehit vererek gösterilen şanlı direniş ne yazık ki, sonuçta ne İstanbul’un işgaline ne de Anadolu’nun işgaline engel olabilmişti. Sadece zaman kazanarak Çarlık Rusya’sına boğazdan gidecek yardımları geciktirdi ve Bolşevik Devrimi’nin gerçekleşmesini sağladı.
Bugün Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen Mustafa Kemal’in yaptıklarını görmezden gelenlere ve hatta onu karalamaya çalışanlara çok sık rastlar olduk.
Nörologların böyleleri için koydukları teşhis: “Tarih bilmeyenler geleceği de planlayamazlar. Çünkü beyin zaman içindeki değişimleri, geride ya da ileride aynı şekilde algılayamaz.”
Atatürkçülüğü de anlamayan ya da anladığı halde karşısında olan her kesimden bir sürü insan var. Atatürkçülük denilen şey, “Çağdaş Olmaya Çağrı”dan başka bir şey değildir. Batıya yönelmek, batıya ortak olmak veya batıyı taklit etmek değildir. Atatürk, sol ya da sağ ideolojiler dikte etmemiştir. Devletçilik de bir ideoloji değildir.
Sevgili okurlarım, şimdi size soruyorum; 1919’da halkının yüzde doksanı okuma yazma bilmeyen, kadınlarının seçme seçilme hakkı olmayan, bir toplu iğneyi bile kendi üretemeyen, cehaletin kol gezdiği bir ülke mi enkaz yoksa tüm engellemelere, tüm yozlaşmalara karşın kadın yargıçlarımızın olduğu, kadın doktorlarımızın, kadın milletvekillerimizin olduğu (örnekleri çoğaltabiliriz) bir Türkiye mi enkaz?
Mustafa Kemal, Cumhuriyeti gençliğe emanet ederken şu vasiyette bulunmuştu: “Hiçbir kalıp ve kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır”
Aksini düşünenler Arap dünyasını izlesin.
Atatürkçü düşünce nedir?
Öncelikle şunu belirtmek isterim.
“Atatürkçü” olmak, bir ayrıcalık değildir. İnsana, kendisinden farklı düşünenleri hor görme hakkını vermez. Bilakis bu sıfata layık olma yaklaşımı içinde herkese karşı hoşgörülü olma sorumluluğu getirir.
Atatürkçü düşünce; bir spor kulübü taraftarlığı da değildir. Bu nedenle de sadece sıradan bir yerel işletmenin duvarları arasına hapsedilmez.
Atatürkçü düşünce; Mondros ve Sevr’i yırtıp tarihin çöplüğüne atan ve Ulusal Bağımsızlık Savaşı’mız ve Lozan’la ulusal onurumuzu yücelten düşüncedir.
Atatürkçü düşünce çağdaşlığı, devrimciliği, bağımsızlığı, özgürlüğü ve laik cumhuriyeti savunan düşüncedir.
Atatürkçü düşünce; her çeşit dogmatik düşünceye, bağnazlığa, tutuculuğa, gericiliğe, bölücülüğe karşıdır. Her çeşitten terörizmi reddeder. Irkçılığa ve din sömürücülüğüne karşıdır. Ulus ve ülke bütünlüğünü büyük bir kararlılıkla savunur.
Atatürkçü düşünce; insan hakları ve demokrasinin temel güvencesidir. Bu nedenle de inanç ve ibadet özgürlüğünü sonuna kadar savunur.
Atatürkçü düşünce; tüm olumsuz koşullara rağmen ulusal bağımsızlık savaşını kazanan, laik Türkiye Cumhuriyetini kuran ve demokrasiyi bizlere armağan eden düşüncedir.
Atatürkçü düşünce; aklın ve bilimin önderliğine, yol göstericiliğine inanan, bu nedenle tek kişi egemenliğini ulus egemenliğine dönüştüren düşüncedir.
Yine Atatürkçü düşünce, kendisine aklı ve bilimi rehber edinerek; Ümmet-cemaat toplumunu “Ulus”, emir kullarını “birey ve yurttaşa”, teokratik-monarşik devlet yapısını, demokratik-çağdaş cumhuriyete dönüştüren düşüncedir.
Her ne kadar “Kemalizm için resmi ideoloji ve Kemalistler için “DİNAZOR” yakıştırması yapılırsa yapılsın ben kendimi Atatürkçü olarak tanımlıyorum. Çünkü yurdumu, ulusumu seviyorum. Çağdaşlıktan, bağımsızlıktan yanayım.
Ancak, ulus dendiğinde ırkçı ve şoven bir yaklaşımı tüm varlığımla reddediyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi Türk sayıyorum. Ayrılıkçılığı benimsemeyen ve gündeme getirmeyen her türlü etnik kimliğe de sevgi ve saygı duyuyorum.
Ben ve benim gibi düşünenler çağdaş olanı, haklı olanı savunduğumuzu biliyoruz.
Kemalizm’in getirdiği aydınlanmayı yaşayamamış kimi doğulu ülkelerin içinde bulundukları durumu görüp de “Atatürkçü düşünceye” karşı olmayı da bir türlü anlayamıyorum.