Dündar Özseçen
İnsanlığın başına bela olan coronavirüs, bütün devletleri ve milletleri her geçen gün şiddetini biraz daha artırarak sarmalıyor. Ölümlerin birbiri ardına geldiği zor günler geçiriyor insanlık…
İnsanlar çaresiz ve bu düşmanla savaşta çözüm yolları arıyor ancak şu ana kadar o çözüm yolu bulunamadı. Düşmanın adı dillerde dolaşıyor. Her devlet, her millet ondan söz ediyor ama düşmanı gören yok. O aramızda dolaşıp duruyor. Her an her yerde ağızdan, burundan veya gözden vücuda girerek canları almaya devam ediyor. Bu öyle bir düşman ki, ellerimize bulaşıp, sonra vücudumuza girip nefes almamızı kesiyor ve bizi öldürüyor.
Bu sinsi virüse karşı insanoğlunun geliştirdiği ve birbirini öldürdüğü güya teknik silahların hiçbiri yetmiyor. Ne tüfekler, ne tanklar, ne roketler, ne uçaklar, ne el bombaları ve aklımıza gelen bütün silahlar hiçbir işe yaramıyor. Meğer insanoğlu bütün bu silahları sadece ve sadece bir birini boğazlamak ve öldürmek için icat etmiş.
E ne oldu sizin üstün teknolojileriniz? Haydi onlar birer birer insanları katletmek ve para kazanmak için üretilen balonlardı. Peki ya bu devasa ‘Modern Tıp’ denen sağlık sistemine ne oluyor? O ne ihtişam, o ne övmeydi? Ne oldu o modern tıbbın kalelerine? Bir virüs karşısında hepsi birer balon gibi sönüverdi.
Virüs her geçen gün canlar alıp dururken, insanlara verilen öğüt ise elleri yıkamak, evlere kapanmak ve sokağa çıkmamak. Yani insanlığa, “Ben bu düşmanla mücadele edemiyorum, kendini koru ve Yüce Allah’ın seni yaratırken verdiği, hayatta kalabilmeni sağlayan bağışıklık sistemini güçlendirir ve yaşamını sürdürür” deniliyor.
Zaten insanoğlunun dünyadaki yaşam serüveni de böyle başlamadı mı? Şimdi geldiğimiz nokta yine yaradılışın başında olmak mı acaba? Oysa ki bu virüs ortaya çıkmadan önce ne masallar, ne hikayeler anlatılıyordu. İnsanlar birbirlerine Amerikalı bilim adamları şöyle yaptı, Çin’deki bilim adamları, üniversiteler büyük buluşlara imza attı. Almanlar ve Avrupalılar bilim ve teknikte inanılmaz ilerleme kaydetti, falan filan… Ama her şey ortada! Hiçbir şey yok, her şey toz duman ve insanlık can derdinde. Kuru yapraklar gibi virüs karşısında bir o yana bir bu yana sallanıyor. Nereye gideceği belli değil.
Peki devlet ve milletçe biz ne yapıyoruz? Yazının başlığında bu virüsün tüm dünya insanlarının sorunu olduğunu vurguladık. Yine de bu görünmez düşmanla her devlet, her millet kendi kurtuluş mücadelesini vermek ve bu beladan bir an önce kurtularak en az zayiatla geleceğine devam etmek zorundadır. O zaman yüce Türk milletinin bütün fertlerine; yaşlısıyla, genciyle, kadını erkeği ile çoluk çocuğu ile devletin ve bilim adamlarının gösterdiği yolda önlemleri dikkate alarak, birlik ve beraberliğimizi daha da pekiştirerek, yeniden diriliş, yeniden milli birlik ruhu ile bu baş belası virüsü yenmeliyiz. Yüce Allah’ın yardımıyla da yolumuza devam edeceğiz.
Bizler, yeryüzünün gelmiş geçmiş imparatorluğunu kurmuş ve onun yıkılması ile ‘artık bunlardan bir şey olmaz’ diyenlere rağmen küllerinden yeniden doğup Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir milletin çocuklarıyız. Allah’ın yardımı, insanımızın azim ve kararlılığı ile inşallah bu beladan da kurtulacağız. Yeter ki devletimize güvenelim, bizlerden istenenleri yapıp işi ciddiye alalım. Ölümden korkalım. Ne yapalım bu da başka bir düşman işte. Bu savaşta cephe ve cenk yok, bu savaşta evde oturmak var. Yani evde oturarak bu savaşı kazanacağız. Allah yardımcımız olsun.