Dündar Özseçen
Yerel seçimlerin üzerinden tam 1 yıl geçti. Bu bir yılın eksileri ve artıları ile muhasebesini yapmak, siz Karacabey’in güzel insanlarıyla paylaşmak istiyordum. Fakat ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu, hepimizin evlere kapanıp kendi kendimizi karantinaya alıp gündelik hayatımızdan koptuğumuz olağanüstü bu şartlarda bunun mümkün olmadığını düşünüyorum.
Allah bizleri yönetenlere gayret kuvvet versin. Şimdi zaman birlik olma, bizden istenenleri yerine getirme zamanıdır. İlerideki aydınlık günlerde başımızdaki bu beladan kurtulduğumuzda Allah’ın izniyle yerel seçimlerin üzerinden geçen bir seneyi ve bu konudaki görüş ve düşüncelerimizi de paylaşacağız. Ancak şimdi evlerimizde kalalım.
Yaşamını sürdürdüğümüz dört duvar arasında ya televizyon izliyoruz ya da kitap okuyoruz. Ben daha çok kitap okuyan taraftayım. Sizlere de tavsiye ederim.
Cumhuriyet’in 29 Ekim 1923’te ilan edilmesiyle Anadolu coğrafyasında Selçuklular ve Osmanlılar’dan sonra 3. Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Hiç şüphe yoktur ki bu üç devlet de birbirinin devamıdır. Her ne kadar isimleri ayrı olsa da, yüce Türk milletinin tarihin akışı içerisinde oluşturduğu yönetim biçimleridir. Bu süreç içerisinde devletin oluşturduğu bazı kurumlar da, zamanın getirdiği şartlar içerisinde yeniden değerlendirilip oluşturmuştur. Cumhuriyetin kurulduğu, yeni bir devlet nizamının getirilmesiyle başlayan değişiklikler içerisinde hiç şüphesiz en önemli hadise hilafetin kaldırılmasıdır. (3 Mart 1924)
Yavuz Sultan Selim Han’ın 1517’de Mısır’da Memlüklüleri yenip son Abbasi halifesi 3. Mütevekkil’den İstanbul Ayasofya Camii’nde yapılan törenle hilafeti devraldı ve bu değişimle beraber o zamana kadar devletin her yönüyle en üst makamında bulunarak sadece yüce Allah’a ve onun yasalarına karşı sorumlu olan padişah, bundan böyle hem Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, hem de ‘Halefi’ olacaktı.
Hilafetin alınmasıyla kimi padişahlar halife unvanını devletler arası yazışmalarda kullanmış olsalar da, 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması Hilafet makamı açısından bir dönüm noktasıdır. Rusya, Osmanlı padişahının tüm Müslümanların halifesi olduğunu resmi olarak bu tarihte tanımıştır. Bu şekilde Rusya topraklarında yaşayan Müslümanların da dini olarak Osmanlı padişahına bağlılığı belgelenmiş oldu. Bu tarihten sonra padişahlık makamı dünya Müslümanları’nın halifesi olmaya devam etti. Daha sonra 1887 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile halifenin yetkileri azaltılmaya çalışılsa da, bunda pek başarılı olunduğu söylenemez.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, her sosyal ve siyasi şartlar yaşadığı zaman dilimindeki gelişmelerle değerlendirilmelidir. Tarihte yaşanmış ve bir devre imzasını atmış olayları bugünkü tarih ve yaşam biçimi gözüyle okumak ve değerlendirmek asla mümkün değildir. Ancak o yaşanan olaylardan gereken dersler çıkarmak mümkündür. Hilafet makamı da Osmanlı tarihinin bir gerçeği olup, eksikliklerinden ziyade fazlalıkları çoktur. Zaten çok olmasaydı 407 yıl büyük bir imparatorluğun parçası olamazdı.
Cumhuriyet’in kurulması ile başlayan ‘Hilafet’ tartışması ve akabinde hilafetin kaldırılması Abdülmecit Efendi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oybirliğiyle Cumhuriyetin ilk halifesi olmasına kadar devam etmiştir. Ancak, gelişen siyasi şartlar hilafetin artık yürütülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, 3 Mart 1924’te tarihinde kaldırılmış ve aynı tarihte devletimizin ‘Din İşleri’ yeni oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakılmıştır. Böylece 407 yıllık hüküm süren hilafetin yerini Diyanet İşleri Başkanlığı aldı.
Hilafetin kaldırılmasının siyasi ve dini tartışmaları dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir ve edecektir. Zaman ilerledikçe tarih de yeniden yazılacaktır, tabii ki kendi şartları içerisinde…