İsmail Hakkı Özsarı
Bugünkü yazımın başlığını şimdi adını hatırlayamadığım bir eğitimciden aldım. Çok tuttum bu sözü. Üzerinde uzun uzun düşündüm. Sahi ne demekti; “ÇOCUKLUĞUN ANAVATANI OLMASI?” Çocukluk bu kadar önemli miydi?
Sonra bu konuyla ilgili okuduğum kitapları aklıma getirdim. Hepsinin birleştiği ortak nokta; “İnsan yaşamında çocukluğun çok önemli olmasıydı.” Örneğin insan kişiliğinin temelleri 0–6 yaşlar arasında atılıyor. En çok bilgi bu yaşlarda öğreniliyor. Yine beslenmenin en çok önemli olduğu yaş dilimi 0–6 yaş arası. Yetişkinler, yaştaşlarım gelin hep beraber kendi çocukluğumuza doğru bir yolculuğa çıkalım. Bakalım bu dönemi ne kadar sağlıklı geçirmişiz?
Sizi bilemem. Benim çocukluğumun geçtiği yıllarda ve yetiştiğim ortamda çocuğa bakış açısı şöyleydi. Çocuk demek çoban demekti. Çocuk demek çırak demekti. Çocuk demek işçi demekti. Kısacası çocuk demek sermaye demekti. “Çocuk sermayedir” söylemini babam da dahil köy kahvehanesinde defalarca duymuşumdur.
Hastalığa, sağlığa önem vermek ne gezer? Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir anlayışı hakimdi. “Allah verdi Allah aldı” denilerek üzünülmezdi bile. Hatta ölen çocuk için öbür dünyada ana babaya şefaatçi olacak diye sevinilirdi bile. Daha katı yürekliler ne olacak yahu, yenisi bir kazan suyun başında patlar diyerek geçiştirilirdi. Hiç unutmam bir keresinde kızamık salgını geldi de köyümüzdeki çocukların yarısı ölmüştü. Çocuk aklımla herkes öldü de ben ölmedim diye sevinmiştim. Zaten her gelen salgın hastalık kurbanlarını almadan gitmezdi.
Beslenmeye ise bakış açısı şöyleydi. İşten artmaz, dişten artar. “Yiyecen de ne olacak sanki. Yerken bir ağzın görür, çıkarırken bir de k….n görür.”
Eğitime gelince yoktu ya, olanda da tam bir korku kültürü hakimdi. Çocuk hocaya, öğretmene, ustaya teslim edilirken, “Eti senin, kemiği benim” anlayışı hakimdi. Sonra köylük yerde okuyup da ne olacaktı. Ya imamdan eğitim alır köyün birine imam olursun, ya da keçinin peşine düşer geçimini sağlar gidersin. Anlayış böyleydi. Çocuk öyle önemsizdi ki eğitim adına, terbiye adına çocuğun babasına en çok ihtiyaç duyduğu yaşlarda babasının yanına yaklaşamazdı. Babasının olduğu mekânda görülmesi yasaktı. Hatırlıyorum da haftada bir defa köyümüze berber gelirdi. Tıraşlarını köy ortasında yapar ücretini de harman sonu buğday olarak alırdı. Büyükler sırf büyük oldukları için sandalye üzerinde tıraş olma hakkına sahiptiler. Biz çocukların böyle bir hakkı olmadığı için ensemizden tutularak kapı arkasındaki çöp tenekesine kafamızı eğilerek saçlarımız kesilirdi. Öyle model saç falan yok. Ya alaburuz olacak ya da sıfır numara beğenirsen.
Sevgili okurlarım, iyi beslenememek, adam yerine konulmamak, kaile alınmamak, hep iş gücü olarak görülmek… vs. Bütün bunların kişiliğimize, ruhumuza atılmış birer çentik olduğunun kaçımız farkında. Kaçımız ruh sağlığımızın defolu olduğunun bilincinde. Kökenine inildiğinde yetişkinken yaşadığımız birçok sıkıntının, rahatsızlığın özellikle psikosomatik (nedeni ruhsal, belirtisi bedensel) rahatsızlıkların nedeni çocukluğumuzda yediğimiz çentiklerdir. Bizi eğitirken kendilerinden öncekilerden öğrendiklerini bize sattılar. Kendilerinden öncekilerde yine kendilerinden öncekilerden öyle öğrendiler. Gelişmeler olsa da kaplumbağa hızında çok yavaş. Çare bizlerin bu yanlışların farkına varması ve bu kısır döngüyü kırmasındadır.