Yılmaz Katran
Dostlarım;
Ayasofya’da namaz kılmakla alakalı beyanların, tezlerin, görüşlerin neden bu kadar siyaseti ilgilendirdiğini merak ederek kendimce bir araştırma yaptım. Bu yazımda tarihin derinliklerindeki “Ayasofya” gerçeğini herkesin anlayacağı şekilde paylaşmaya çalışacağım.
Şu anda dünyada Allah’ın vahisi ile peygamber olarak onun emir ve isteklerini mukaddes kitap halinde insanlara sunan Hz. Musa’nın Tevrat kitabına inanan 14 milyon Yahudi ve Musevi, Hz. İsa’nın İncil’ine inanan 2 milyon 200 milyon Hristiyan, Hz. Muhammed’in Kur’an kitabına inanan 1 milyon 600 bin Müslüman ile 1 milyon Budist, 600 bin Hindu, bir milyondan biraz fazla da ateist ve kabile dinleri olmak üzere dünyadaki 7 milyar insan ibadete alışık yaşıyor.
Burada maksadım, kitabı ve peygamberleri olan dinlerin hepsinin Allah’ın “tek” olduğunda birleşmesidir. Hepsi de aynı tanrının emir ve isteklerini inananlarına anlatarak sunmuşlardır. Buna rağmen zaman zaman aralarında din yüzünden savaşmışlar ama bunun kimseye bir faydası olmamıştır. Dinler Tarihi 5000 yıl evvel Hz. Musa peygamber ile başlamıştır. 3000 yıl sonra Hz. İsa ile Hristiyanlık, 622 yıl sonra da Hz. Muhammed son peygamber olarak Müslümanlığı yaymıştır.
Bu dinlerin emirleri olan toplu ibadetler için Yahudiler Havra’ya, Hristiyanlar Kilise’ye, Müslümanlar da Camilere gitmektedir. Araştırmalarımda, hiçbir dinde diğer dinin mabedinde başka dine mensup kişilerin dua ve ibadet etmesinde bir yasak veya günah olduğuna rastlamadım. Yani ibadette mekan değil, kişini ibadeti ve dualarıdır asıl olan.
Dostlarım;
Ayasofya meselesinde yapılışı ve camiye dönüşümünü biraz etraflıca anlatmak istedim. Roma İmparatorluğu’nu tarif edecek olursam, M.Ö kurulan ve o zamanın Amerikası olan, Avrupa’da tek ve Mısır’a kadar hükmeden bir ülkeden bahsediyoruz. Hristiyanlığın kabulü ile din yüzünden anlaşmazlıklar başlıyor. İmparator ve kardeşi anlaşmazlığa düşüyorlar ve o koca imparatorluğu ikiye ayırmaya karar veriyorlar.
M.S. 395 yılında İstanbul ve Anadolu Doğu Roma, bugünkü İtalya da Batı Roma olarak devam ediyor. Daha sonra Doğu Roma ismi “Bizans” olarak değiştiriliyor. Nasıl tarikatlar var ise Bizans yine Hristiyan ama Katoliklik’ten ayrılıp Ortodoks diye mezhep kuruyorlar. Ortodokslar, bugün yaklaşık 200 milyona yakın cemaati olan bir mezheptir.
Bizans ilk tokadı Selçuk Türkleri kumandanı Alparslan’ın Anadolu’yu almak için 1071 yılında geldiği Malazgirt Savaşı’nda yiyor. Malazgirt’te tam bir hezimete uğruyorlar. Bu şekilde Anadolu’nun kapıları da Türklere açılmış oluyor. Selçuklular, Konya başta olmak üzere yaklaşık 250 yıla yakın devletlerini yaşattılar. Sonradan gelenlerin devleti idare etmedeki beceriksizliği yüzünden Selçuklular dağıldı. Bu arada Selçuklulardan bazı aşiretler Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşerek yavaş yavaş Bizans’ın İstanbul’dan uzak yerlerinde onların idaresindeki yerleri savaşarak almaya ve devletleşmeye başladı.
Bu aşiretlerin en kuvvetlisi ise Kayı Boyu aşiretiydi. Başlarındaki savaşçı ve savaşın inceliklerini bilen, inanmış ve onunla beraber inananların çoğalması ile 1300 yılında Ertuğrul Bey’in oğlu Osman Bey tarafından “Osmanlı Devleti”nin adımları atıldı. Ve 600 yıl dünyaya kendini kabul ettiren bir devlet kuruldu.
Osmanlı kurulduktan sonra 150 yıl Anadolu ve Rumeli’den Edirne’ye kadar olan yerler İstanbul hariç fethedildi. Dördüncü padişah Yıldırım Beyazit, İstanbul’u almak için çok uğraştı ama alamadı. 1450 yılına gelindiğinde ise Sultan Murat’ın oğlu Mehmet Han tahtın başına geçti. Mehmet, şehzadeliği döneminde o zamanın en büyük bilginleri ile yetiştirildi. O günlerden itibaren de tek amacı İstanbul’u Osmanlı’ya armağan ederek, baş şehri yapmaktı. Fatih Sultan Mehmet öyle ham hayallerin peşinde koşan, uçarı bir insan değildi. Yaklaşık iki yıl surların bazı yerlerini 6-7 metre genişliğindeki İstanbul’u almanın ne kadar zor olduğunu ve bunu halledecek bir planın olması gerektiğini biliyordu. Fatih, İstanbul’u fetih etmenin zorluğunun bilinci ile çareler aramaya başladı ve o surların ancak büyük top atacak namluları ile aşılacağına kani oldu. Bunu yapabilecek ustaların da Macaristan’dan getirilmesiyle onlarca top atacak namlular yaptırıldı ve ardından Bizans’ın surlarına dayandı.
Önce elçiler yollayıp savaş yapmadan teslim olmaları istendi. Kabul edilmeyince o zamana kadar hiç bir savaşta kullanılmayan toplarla o aşılmaz ve yıkılmaz denilen surları yerle bir ettiler. Haliç Denizi’ne karadan deniz araçlarını dağları aşırtarak indirdiler ve Bizans’ı savaşta yenerek İstanbul’u fethettiler. Yıl 1953, Mayıs’ın 29’uydu. Tam bin yıllık bir devleti Fatih Sultan Mehmet tarihin sayfalarına gömerek ortadan kaldırdı. Bu zafer sadece Bizans’ın ortadan kalkması değil, dünyada yeni bir çağın da başlangıcı oldu.
Fatih Sultan Mehmet, bilgeli ve ileri görüşlü bir devlet adamıydı. Savaşın sonu yaklaşırken yapılan ‘teslim olun’ teklifine ‘hayır’ deyip de yenilen şehirler, savaş sonrası askere izinle bir veya yerine göre iki gün talan edilir, askere ulefe verilirdi. Bunun için Fatih, İstanbul’a girildiğinde bunun yapılmayacağını askerine çok sıkı emirle bildirdi. Çünkü o İstanbul’un Osmanlı durdukça payitaht olarak Türklerin kalacağının hesaplarını yapmış ve buna inanmıştı. En önemlisi Bizans imparatorunun ve komutanın kati surette öldürülmemesini de tembih etmişti. Ama ilk akıncıları karşılayan askerlerin arasında tanınmayan imparator öldürüldü. Bu durum sonradan anlaşıldı. Fatih de buna çok üzülmüştü.
Fatih, İstanbul’a girişinde o zamanki ruhani dini lider ile yardımcıları, bundan sonra ne olacağını büyük bir korku ve endişe ile sordular. Ve aldıkları yanıta ise inanamadılar. “Biz buraya hiç kimseye zulüm etmeye değil, beraber yaşamaya geldik. Siz din adamları ve halk olarak yaşamınıza aynen devam edeceksiniz” deyince patrik ve yanındakiler şaşkınlık içinde teşekkürlerle Fatih’i selamladılar. Fatih Sultan Mehmet, artık İstanbul’un bir Müslüman devleti ve şehri olduğunu belirterek, şehrin en büyük ibadethanesi Ayasofya’nın da bundan böyle camii olacağına karar verdi. 775 yıl Hristiyanlara hizmet eden kilise, 575 yıldır da camii olarak Osmanlı’da Müslümanlara hizmet etmiştir. Fatih Sultan Mehmet, sadece Bizans’ı alarak değil, Osmanlı’nın dünyada tanınmasının ilk harcını atmış oldu.
Ardından 1918 yılında 1. Dünya Savaşı sonucu İstanbul itilaf devletlerince (İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan) işgale uğradı. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, 5 yıl tamamen yok olmuş bir ordu ve büyük bir özveri içinde savaşarak İstanbul’u yeniden geri alarak ülkemize kazandırdılar.
1934 yılında ise, o zamanki hükümetin dünyaya bakışı; “Yurtta Barış Dünyada Barış” siyasetiydi. Hristiyan alemi zaman zaman Ayasofya’nın tekrar kilise olması için ülkemizi rahatsız ediyordu. Zamanın T.C. Hükümeti bu isteklere bir son vermek için Ayasofya’nın cami olarak kalmasına ve müze olarak dünya insanlarına açık bir şekilde hizmete açıldığını ilan etti. Durum bazı din bezirganları tarafından beğenilmedi ama 1950 yılına kadar pek tartışılmadı. 1960’lı yılların başında Kıbrıs dolayısı ile 15 yıl kadar zaman zaman Ayasofya çok konuşuldu.
İşte 86 yıldır müze olarak mescidinde “Namaz” kılınan, minarelerinden “Ezan” okunan Ayasofya, bu yıl birden bire Danıştay tarafından zaten camii ve müze olmasına rağmen içerisinde namaz kılınması bir kez daha kabul edilerek ibadete açıldı.
Şu anda dünyadaki yankısı ne olur bilinmiyor. Yüz bine yakın camimiz, 40-50 bin cemaati alan camilerimiz varken, 86 yıl sonra alınan bu kararın ülkemize ve orada namaz kılmayı arzu edenlere hayırlı olsun diyorum…