Dündar Özseçen
Yaklaşık 2 aydır yazmıyorum. Koronavirüs belası çıktıktan ve 11 Mart’ta 65 yaş üzeri olan bizler evlerimize hapsedildikten sonra dünyayı sadece televizyon ekranlarından öğrenir olduk. Güzel Karacabey’imizin gündemini takip edemez olduk.
Allah’ın Müslüman İslam dünyasına armağanı olan mübarek on bir ayın sultanı Ramazan’ı evlerimizde geçirdik ve Teravih Namazı kılmadan tamamladık. Birlik ve beraberliğimizi pekiştiren Ramazan Bayramı’nı birbirimizi ziyaret edemeden geçirdik. Dostların, arkadaşların yüzlerini özledik. Telefonlarda seslerimizi duymakla yetindik. Böylelikle aramızdaki bağların canlı kalmasını sağladık, dualar ettik. Vatanımıza, milletimize iyilik ve güzellikler versin diyerek her gün dileklerde bulunduk. Televizyonlarda yayınlanan koronavirüs yayınlarını izleyerek ölenlere rahmet, iyileşenlere de şifalar diledik. Bu beladan kurtulana kadar böyle devam edecek. Allah Türk devletine ve milletine zeval vermesin, birbirimize düşman eylemesin.
2020 yılbaşına girerken Ocak ayının ilk günü yeni umutlarımız, yeni hayallerimiz vardı. Yarınlara umutla bakıyorduk. Her şeye rağmen hayata karamsar bakmıyor, heyecanımızı diri tutuyorduk. Ama günler geçtikçe bu virüs belası hayatınızı esir alıverdi. 11 Mart’ta da esaretimizi hazırladı. Hep gelir geçer diye bekledik, yaz gelince bitecek dedik umutlandık ama olmadı. Neredeyse yaz bitecek ama bu bela devam ediyor. Camilerimizde saf tutmayı özledik. Maskelerle namazlarımızı kılıyoruz.
Tabii normalleşme ile birlikte iç ve dış siyaset de bir anda ısınıverdi. Hem iktidar hem muhalefet partililerine virüs ve salgın hak getire! Siyasiler, millete moral verip, toplumu hem ekonomik hem de sosyal anlamda dayanışma içerisinde tutmak için birlik ve beraberliğimizi arttırmak yerine toplumu germeye, ötekileştirmeye sanki yemin ettiler. Oysa ki biz Türk milleti olarak bu gemide hep beraberiz. Gemi batarsa hepimiz yok olup gideceğiz. Hepimizin ortak hedefi bu gemiyi batırmamak olmalıdır. Şayet bu gemi batarsa ne iktidar, ne muhalefet kalır. Akılları başta toplamalı, sonra pişman olmamalıyız. Bu kutsal Anadolu coğrafyasında tekrardan bir İstiklal Savaşı şartları oluşturmamak için kendimize hedef koymalıyız. Şunu asla unutmamalıyız ki; Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.
Ülkemiz ve dünyamızın bu virüs belasından bir an önce kurtulmasını temenni ediyoruz. Özellikle de çocuklarımızın okulları açılsın, eğitim-öğretim başlasın. Çünkü bana göre en büyük tehlike, geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitim ve öğretim görememesidir. Bunun üzerinde durmalıyız. En önemli konu bence budur. Okullarımız ve çocuklarımızın öğrenimi sağlanmalıdır.
En son yazımda soğan fiyatlarının düşüklüğü ve hükümetin bu konuya el atıp soğan üreticisinin mağduriyetini önlemesi için bir şeyler yapmasını söylemiştim. Görünen o ki soğanın fiyatı yükselince koparılan fırtına ve basılan depolar, soğan tarlada kalınca kimsenin umurunda olmuyor. Gerçekten çok yazık. Gidişat zaten kötü ve çiftçimiz de zor durumda. Koronadan sonra oluşan piyasa şartları çiftçilerimizi fena vuracak. Tabii bunun sonucu da çok kötü olacak. Allah milletimizi açlıkla imtihan etmesin.