Mahiye Morgül
Panzehiri bulan Rizeli Kral VI. Mitridate’nin kullandığı o panzehir meğerse turunç yaprağıyla yapılmış. Kralın el yazmasında “sedef otugillerden 20 yaprak” dediği için ben bir türlü anlayamıyordum.
“İki kuru ceviz. İki incir. 20 yaprak sedef otu ezilerek karıştırılır ve üzerine bir tutam tuz ekilir. Bu karışımı alan kişi o gün için bütün zehirlere karşı korunmuş olur. Bir rivayete göre kral, buna ördek (karatavuk) kanı ilave eder, ihtiyat tedbiri olarak her sabah alırmış.” (Kaynak: Prof.Murat Arslan (Akdeniz Ün.) Eubadore Mitridate VI. /s.522)
Milattan önce 1. yüzyılda Romalı Yahudi bankerlere karşı verdiği dirençli vatan savunmasıyla tarihe geçen, borç köleliğini kaldıran Kuruş’un ve Darius’un torunu olan Mitraizm’in isim babası kralımız VI. Mitridate, kendinin ve atlarının hiç zehirlenmemesi için “Mitridatikom” adıyla tıp tarihine geçen panzehiri bulan kişidir. Yahudi tefeci bankerlerini Anadolu’dan kovmakla kalmamış, Romalı konsoloslara toprak vergisi verilmesini engellemiş, MÖ. 88’de Ege kıyılarındaki tefeci bankerleri kölelerine öldürtmüştü. Romalı köle tacirlerinin artık köle toplayacağı bir alan Anadolu’da kalmamıştı. Başoğuzlu kralımızı tarihten silmek için Milat ilan eden Romalı efendiler, aslında köle kaynaklarını kaybettikleri için kendilerinin sıfırlandığını ilan ediyorlardı.
Kralımızın Rize Mahalle Kale’de koruma altında tuttuğu el yazması ilaç reçetelerini, toksikoloji yazışmalarını, kitaplarını ve mektuplarını kralın ölümünden sonra Pompeius ganimet olarak Roma’ya götürdü. Pompeius’un askeri İspir üzerinden gelirken Rize kalesine ulaşmasınlar diye İkizdereli, Çaykaralı, Bayburtlu direnişçi Amazon annelerimiz Hancer/Anzer yaylasında onlara deli bal tuzağı kurdu ve 1800 Roma askerini hançerleyerek öldürdü. Amazon annelerimizin Kırklar Tepe’de askeri eğitim kalesi vardı. Roma kralları Milat ilan ettikten sonra bu kadınlardan intikam almaya geldi. Milet’in başkenti Rize’de ilaç yapmayı bilen üç bin kadını büyücü ilan edip yakarak öldürdüklerini Hıristiyanlığın doğuşu öykülerinde anlatırlar. Bu şekilde yüz yıl sonra dönüp vatan savunması yapan Mitracı kadınlarımızdan intikam aldılar, bunu da bilelim.
Kralımızın kendi eliyle yazdığı panzehir reçetesini Prof. Murat Arslan’ın internette erişimde olan Roma’nın Büyük Düşmanı Mithridates VI Eupator adlı kitabının 522. sayfasında dileyen okuyabilir. Orada yapılan tarifte turunçgiller yerine “sedefotugiller” denildiğini görüyoruz. İşte bu sedefotu yanıltması benim zihnimi on yıldan beri kurcalayıp duruyordu. Sedefotugiller’i yeni çözdüm, hem de bir Osmanlı salnamesi sayesinde. 20 sedefotu yaprağı dediği meğerse 20 turunç yaprağıymış. Bunu açıklığa kavuşturdum.
Belgeyi arşivden çıkartan Rizeli yazar İshak Güvelioğlu’na buradan teşekkür ediyorum, 1895 yılında Sadaret’ten (Başbakanlıktan) Rize’de yetiştirilen portakal ve ağaç kavunu (kebbad) fidanlarının dışarıya kaçırılmalarının önlenmesi için Trabzon sancağına gönderilmek üzere başbakanlıkla ilgili diğer bakanlıklar arasında geçen yazışmalara ulaştı ve yayınladı, sağolsun.
Bu belgenin çevirisini okuduğum zaman Rize için turunçgillerin tarihsel önemini daha iyi anladım. Sonra da, ağaç kavunu (kebbad) hakkında başka bilgiler bulurum ümidiyle kaynaklara baktım ve okuduğum ilk cümlede “sedefotugillerdendir” açıklamasını okudum ve o anda beynimde kapalı bir pencere açıldı. On yıldan beri aklıma takılan Mitridaticom panzehirinin yapılışındaki 20 yaprak pat diye gözümün önüne geldi, rahatladım. Ansiklopedik bilgi verirken TURUNÇGİL MEYVELERİNİN KESİTLERİ diye ayrıca açıklaması vardı. Mandalina, turunç, limon, portakal, vs hepsi orada.
Bu kadar şaşırtmadan sonra sakinleşip taşları yerine oturtmam gerekiyordu. Turunçgiller içerisinde çekirdeğinden dikenli anaç çıkartan tek meyve turunçtur ve dikenleri zehirlidir, hatta meyvesine ulaşmak dahi o zehirli dikenleri yüzünden sıkıntılıdır. İşte, zehire karşı panzehir turunçta vardı. Sedefotugillerden değil turunçgillerden!
Döneceğim 31 Ocak 1895 tarihinde Sadaret’ten gönderilen fermana!
Rize Dernekleri Federasyonu tarafından basılan, “Rize’ye Ferman” adlı kitapta yer alan söz konusu fermanın çevirisi şöyle: “Rusya’nın Kutayis şehrinden gelen iki kişinin Rize bölgesinden portakal ve kebbad (ağaç kavunu) fidanları tedarik etmeye çalıştıkları, bu fidanları Kutayis’e götürmek ve orada yetiştirmek istedikleri, Rize için önemli bir gelir kaynağı olan bu gibi ürünlerin iklimce Rize’ye benzeyen başka yerlerde de yetiştirilmesinin zaten sınırlı olan bölge ihracatının daha da azalmasına neden olacağı, bu yüzden söz konusu fidanların ihracı meselesinde ne yapılacağının sorulması üzerine, bu konuda Dahiliye Nezareti’nin (İçişleri Bakanlığı) durumu Sadaret’e (Başbakanlık) bildirmek amacıyla gönderdiği yazının sureti. /31 Ocak 1895”
İkinci belgede ise Sadaret’ten verilen cevap var:
Diyor ki: “Sadaret tarafından durumun Orman Maden ve Ziraat Nezareti’ne sorulduğu, verilen bilgiye göre fidanların ihracına izin verildiği takdirde başlangıçta bir miktar gelir elde edilebileceği ancak ileride bölge ekonomisine zararı olacağı, bunun ise zaten fakir olan bölge halkını iyice yoksullaştıracağı cevabının alındığı, bu yüzden Rize bölgesindeki portakal ve kebbad ağaçlarının yabancılar tarafından sadece ıslah edilmesine izin verilebileceği konusunda, Sadaret’ten Dahiliye Nezareti’ne gönderilen yazı. /10 Mart 1895”
İşte bu!
Milli ekonomiyi koruma kanunu gibi ferman. Üstelik de Kırım Harbi yenilgisi üzerine bölgemiz Rusya’ya savaş tazminatı olarak terk edilmiş olduğu halde… Ruslar elini kolunu sallayarak Rize’de istedikleri gibi at oynatabilecekken. Yani Osmanlı bir anlaşmayla buraları vermişti ama fiilen verememişti! Onun için İstiklal Harbi’nde cepheye gönüllü koşanlar neden ilk Rizeli kuvvacılar oldu diye iki kere düşünmek ister.
Sadaret ve diğer makamlarda ne kadar üst düzey Rizeli vardı tahmin edebiliyorum. Çünkü Osmanlı tarihi boyunca en fazla baş müderris yetiştiren il Rize olmuştur. Baş müderris olmak için yapılan zor soru sorma yarışmasında 40 kez Rize birinci olmuştur. Bundan bir de şunu öğreniyoruz ki, baş müderrislik bugünkü gibi atamayla değil, davet alan müderrisler arasında yapılan zor soru sorma yarışmasıyla seçiliyordu.
Şunu da hatırlatmalıyım; Kanuni Sultan Süleyman İngiltere’den borç almaya başladığında İngilizlerin ilk istediği şey medreselerden müspet bilimlerin kaldırılması olmuştu ve bu karara direnerek müspet bilimler öğretmeye devam eden Rize medreseleri vardı. Özellikle İslampaşa Mahallesi’ndeki Koratacı Yakutiye Medresesi, daha sonra Rize merkezde vakıf okulu açan Mehmet Mercan Efendi 1863’de Koratacı Medresesi’nin başöğretmeni olarak İstanbul’da davet edildiği yarışmada birinci geldikten sonra kaldığı otelde cesedi bulunmuştu. Yine de bilimsel eğitimi devam ettirmek üzere bir direniş damarı hep oldu. Cumhuriyet’le beraber yeniden ortam buldu, ya da Cumhuriyeti kuran kadrolar o damardan gelenlerdi.
Rize’de portakal ve diğer turunçgiller meyvelerini korumak için ferman çıkartan Osmanlı’dan geldik bugüne, turunç ağacını kaybetmişiz. Yine de umutluyum, o kök damarı beslemekten yanayım. Onun için turunç meyvesinin Rize’de yeniden toplumsal hayata kazandırılması için elimden geleni yapmaya devam edeceğim. Milli üretimin bin yıldan eski kök damarları üzerine söyleyeceğimiz, gerek ders alınacak gerekse örnek alınacak çok şey vardır. Belli ki o fermanı yazan Osmanlı kadrolarında o köklerden beslenen güzel insanlar vardı.
İki bin yıl önce Doğu Karadeniz’in Başoğuzlu vatanseverlik (Mitra Kültürü, Mitraizm) kültürü MÖ. 1. yüzyılda öylesine yükseldi ki, Roma kralları köle ticareti yapamaz hale geldiler. Yahudi bankerler dükkanlarını açamaz hale geldi, tası tarağı toplayıp kaçmak zorunda kaldılar. Özellikle 1. Darius’tan itibaren Anadolu’da borç verecek şehir kralı bulamaz oldular, köy köy dolaşıp haraç/vergi toplayamaz oldular. Köle sermayesi kaynağını kaybeden Roma kralları, Milat ilan ederek tarihi moda adıyla resetlediler. Mitraizmin önüne geçmek için yeni bir din icat etseler de, yenilmez Roma yok olmaktan kendini kurtaramadı.
Şimdi yeniden sermaye kaynağı kurumaya başlayan devleşmiş şirketler/krallar tarihi baştan almaktan, resetlemekten söz ediyorlar. Onlar kendilerine yeni sanal kaleler arayadursun, biz Anadolu’yuz, yine buradayız, gerçek üreticiyiz, yine üretiriz, yine Ahi oluruz, yine Mitra oluruz, yine Mustafa Kemal oluruz, yine Kuman oluruz, yine Kambaşı oluruz, kendimizi yaşatırız.
Kök damarlarımızdan biri de Ahi Anayasası’dır. Yukarıda okuduğumuz “Portakal fidanlarını satmayın” emrinin ferman buyrulduğunu görmek, 1200’lerdeki Ahi ticaret kurallarının 1895’de yaşadığını görmek gibidir.
Ahi Teşkilatı’nın Anayasası’ndan; Madde 1. Damızlık tiftik keçisi satışı yasaktır!
İngiliz ticaret ajanları tiftik keçilerini karaya boyayıp İngilizlere kaçırıyordu, gerisi malûm, kara koyunun mahkemeye çıkınca ak koyun olduğu ortaya çıkıyordu. Milli üretimin korunması için mahkeme kuruluyordu!
Cumhuriyetle beraber aslında biz üretimde kök damarlarımıza dönmüştük. İki bin yıl önce de aynı vahşi batının borçlandırarak esir alma yöntemine karşı direndik, bugün de aynı yerdeyiz. Milli varlık olarak elimizde ne varsa yabancıya kaptırmamak için gerekli koruma kanunlarını çıkartmamız şart olmuştur. Ve hatırlatmak zorundayım, en değerli milli varlığımız çocuklarımızdır!
Mitracılar da çocukları köle götürülmesin diye BORÇ ALMAK YASAKTIR, diğer bir deyişle FAİZ HARAMDIR kuralını koydular. Ve tarihte Pers Akmenid, Türkmen Sasani ve Arap İslam Devleti bu ilkeyi esas alarak kurulmuş devletlerdir. Onun için küresel sermayeciler her zaman bu devletleri ve bu ilkeyi benimseyen laik, sosyal, halkçı, kamucu Asya devletlerini hiç sevmediler.