Hey gidi yalan dünya; Pamuk Efe’mi de aldın ya benden.
Bana geldiğinde daha yirmi günlüktü. Süt gibi bembeyaz, dünyalar güzeli, terrier maltese sıfır numara bir köpek yavrusuydu.
Önceden adını Pamuk koyduk. Gün geçtikçe birbirimize alışıyorduk. Zamanla sanki ailemizin bir bireyi olmuştu. Öyle bir an geldi ki, ben onsuz, o bensiz yapamaz olduk. Bağa, bahçeye, kahveye, lokantaya velhasıl gittiğim her yere benimle gelir oldu. Azar işitip ayıplanmayalım diye kutusunu ve yer örtüsünü yanımızdan ayırmıyorduk. Ancak bizim Pamuk’un kendi çok az büyümesine rağmen yüreği mangal gibi olmaya başladı. Hemcinslerinden kendinden küçüklere alabildiğince sevecen davrandığı halde büyüklere de bir o kadar efeleniyordu. Biz de bundan esinlenerek adını PAMUK EFE olarak değiştirdik.
Artık onun adı PAMUK EFE’ydi.
İkimiz o kadar özdeşleşmiştik ki birbirimizden ayrı yerlere gidemiyorduk. Tüm beni tanıyanlar onun ismini öğrenmişlerdi. Karşılaştığımızda “Hey PAMUK EFE naber?” diye başını okşayarak seviyorlardı.
Aman Allah’ım bu nasıl bir sezgiydi: şaşırmamak mümkün değil. Kendisini sevenlerden, hayvan sevgisi taşımayanı hemen ayırıyor ve böylelerine asla yüz vermiyordu.
15 yıl beraber yaşadık. İki odalı, üç odalı saraylarda(!), kuş tüyü minderlerde yaşattım onu. Aşını, aşısını hiç ama hiç ihmal etmedim.
PAMUK EFE on iki yaşına geldiğinde kendisini kaybedeceğimden korkmaya başladım. Rüyalarımda hastalanmış, araba çiğnemiş bu nedenle de ölmüş olduğunu görüyor ve hemen uyanıp yaşayıp yaşamadığını kontrol ediyordum. Bazen de kendinden geçkin vaziyette çok rahat bir şekilde sere serpe uyuduğunu görürsem heyecanlanıp hemen uyandırıyordum. Bana sanki ölmüş gibi geliyordu.
Ayrıca beni çok üzen gereksiz yere sorulan, “Bu kaç yaşında?, Bunlar kaç yıl yaşıyor?” sorusundan çok rahatsız oluyordum.
Neylersin! Beklenen an gelip çatmıştı. Öleceğini üç gün önceden anladım. Eşimden gizli gizli ağlıyordum.
Tıbbi olarak ne gerekiyorsa yapmaya çalıştım ama ne çare! Doğanın acımasız kuralı işleyecekti.
9 Mart 2021 gecesi sarılıp beraber yattık. Bir ara herhalde sıkıldı. Yan tarafına döndü, her şey apaçık belli oluyordu. Yataktan yere indik. Göz göze geldik. PAMUK EFE’m ölüyordu. Gece saat 04.00’te ruhunu teslim etti. Neyse ki çok acı çekmemişti. Bundan ötürü teselli bulmaya çalıştım.
Allah’ım, böyle bir anı kimselere yaşatma, bir taraftan gece bir taraftan yalnızlık… Ne yapacağını bilemeden odadan odaya amaçsız ve bilinçsizce dolaşmaya başladım. Nihayet sabah sekiz oldu. PAMUK EFE’mi gömdüm…
Ağladım…
Ağladım…
Ağladım…
Nasıl ağlamayayım ki:
Bundan böyle ben dışarıdan geldiğimde, beni camda kim bekleyecekti? Kapıyı açtığımda boynuma atlayıp yanaklarımı kim yalayacaktı? Her dışarıdan geldiğimde oyuncağı ile kimi oynatacaktım? Dışarı çıktığımda beni kim koruyacaktı? Koltuğa oturduğumda patilerini dizlerime vurup, kucağımda oturmayı kim isteyecekti? Ailecek bir yerlere gideceğimiz zaman herkesten önce hazırlanıp kutusuna kim girecekti? Torunlarım geldiğinde onların odasına kim bekçilik yapacaktı? Burada yazamadığım daha onlarca görevi kim yerine getirecekti?
Bana üzülme, ağlama diyorlar. Benim yüreğim hak edenlerin sevgisi ile dolu. Ben her yitirdiğim, sevdiğim can için inanılmaz acılar yaşarım.
EH BE KOCA DÜNYA DOYMADIN!
Sonunda PAMUK EFE’mle beni de ayırdın.
Ne diyelim, yazımı bir tapınak yazısıyla bitireyim de belki yüreğim biraz serinler…
“TANRIM, BANA BAŞ EDEBİLECEKLERİM İÇİN GAYRET KUVVET, BAŞ EDEMEYECEKLERİM İÇİN SABIR SELAMET, BU İKİSİNİ AYIRMAK İÇİN İSE AKIL FİKİR VER.”
ZEKİ OLMAK MI? KURNAZ OLMAK MI?
Bu iki kavram üzerine hep düşünmüşümdür. Zeki insan mı kurnazdır? Yoksa kurnaz insan mı zekidir? Tanık olduğum bir olayı sizlerle paylaşayım kararı siz verin.
Yakından tanıdığım biri var. Yıllar önce; önce iş, sonra eş bulmak üzere köyden çıkıp şehre ağabeyinin yanına gelir. Barınacak yeri yoktur. Ağabeyinin yanına yerleşir. Ağabeyi kendisine en iyisinden bir iş bulur. Şimdi sıra evlenmeye gelmiştir.
Ne tesadüftür ki kısmeti kapalıdır. Kız bulana kadar çalınmadık kapı kalmaz. Bu arada tam üç yıl geçmiştir. “Ekmek elden, su gölden” geçinip gider. Bu arada evin giderlerine hiç ama hiç katkıda bulunmadığı gözden kaçmaz. Neyse vakit tamamdır. Kısmeti çıkmıştır. Aile kendisine anlı şanlı bir düğün yapar. Gel zaman, git zaman ağabeyle aralarındaki sıcaklık kalkar. Biraz da ele karışmanın da etkisi olmuştur. Yıllar yılları kovalar. Vakit tamamdır.
Emekli olur. Ufak tefek gıda ticaretine başlar. Bu işi yaparken de ahbap- çavuş ilişkileri kullanır. İkide bir de yaptığı işle ve para kazanmasıyla övünür. Buraya kadar sorun yok. Asıl sorun kilosu 25 TL´ye aldığı bir gıdayı, kendisini köyden çıkarıp, ona iş bulan ve 3 yıl yanında barındıran ağabeyine 50 TL´ye satar. Bunu da orada burada kurnaz olduğunu kanıtlamak için olsa gerek anlatır. Evvelden beri tanıdığım bu kişi zeki değildi.
Üç yıllık eğitmenlik sınıfını altı yılda zor bitirebilmişti. Üstüne üstlük okuma yazma öğrenmeden. Zeki değildi ama kurnazdı. İnsanlara bir kasabın kuzuya baktığı gibi bakar, yani bundan ne kadar pirzola, ne kadar şiş çıkar, derisi kaç para eder hesabını yapardı. Sizce ahlaklı bir insan böyle davranır mı? Yanlış anlaşılmasın her zeki insanın ahlaksız olduğunu söylemek istemiyorum. Kelime oyunlarına girmeye gerek yok.
Ahlaklı zekaya can kurban. Saygılarımla.
Hocam, Pamuk Efe için üzgünüm. Zeki-Kurnaz kişi ile ilgili yaşanmış olay; maalesef günümüzde bu tip insanlar o kadar çoğaldı ki…. Bu bir eğitim sorunu mudur yoksa insanların vefa denilen ve doğuştan oluşan duyguyu kaybetmesinden toplum olarak biz mi sorumluyuz sorusunu daima kendime sormuşumdur. İbretlik yazılarınızı okumak bana büyük bir zevk veriyor ve kendime ders çıkarıyorum. Yazılarınızın devamını bekliyorum. saygılarımla….