İsmail Hakkı Özsarı
Önce büvetin ne olduğunu anlatayım. Akarsular büyüklük sırasına göre DERE – ÇAY – IRMAK- NEHİR diye sıralanır. Genellikle derelerin bazı bölümlerinde su yatağı aşınır ve derinlik kazanır. Zamanla bu derinlik suyla dolar. Al sana büvet plaj yerine de kullanabilirsin.
Bizim de köyümüzde böyle bir su birikintisi vardı. Biz ona resmen BÜVET derdik. Aramızda; “Büvete gidelim mi? Büvetten geldim. vs.” söylemleri sıkça kullanılırdı.
Büvete girmenin kuralları vardı. Bir kere herkes anadan doğma Adem Baba gibi soyunacak! Elbiseleri büvetin biraz uzağına konacak. Her gün sırayla elbiselerin başında bir nöbetçi olacak. Her yaş grubu kendinden küçükleri sırayla koruyacak ve de onlara yüzme öğretecek. Bir nöbetçi de dere yatağının yüksekçe bir yerinde gözetleme kulesinde bekleyecek. O da neden demeyin! Köyde suya girmemizi yasaklayan az- çok mektep medrese görmüş bir büyüğümüz vardı. Allah korusun bizi su içinde yakalamasın; elinde bir böğürtlen çubuğu, çıplak vücudumuza rastgele vururdu. Ve biz ondan inanılmaz derecede korkardık.
Neyse bir gün öğleye doğru hayvan otlatmaktan geldik. Bir dilim yağlı ekmekten ibaret olan öğle yemeğimizi yer yemez Büvete koştuk. Amcaoğlu yaşıtım Hilmi’yi gözetleme kulesine bıraktık. Rahattık. Nasıl olsa emniyetimizi sağlayan nöbetçimiz vardı.
Ah! Birden ortalık buz kesti. Sanki hepimiz donmuş buzdan heykeller olmuştuk.
Eli böğürtlen çubuklu büyüğümüz gülerek dikildiğinde “İşte sizi kıstırdım, şimdi canınıza okuyacağım” der gibiydi.
Gerçekten de öyle oldu. Böğürtlen çubuğunu salladıkça her sallayışta birimiz yara alıyorduk. Baktık olacak gibi değil. Biz de Büvetin karşı kenarındaki sazlık – böğürtlen karışımı yerdeki tepeye çıktık. Bu arada Adem Babalar gibi olduğumuzu söylemeden geçemeyeceğim.
Biz kaçtık büyüğümüz kovaladı. Biz kaçtık büyüğümüz kovaladı. Hadi biz çocuktuk, can korkusu vardı, koşabiliyorduk ya, o da bizle koşuyor ve yetiştiğine böğürtlen çubuğunu çalıyordu. Gele gele komşu köyün sınırlarına dayandık. Köye girdik gireceğiz.
Her nasılsa aklına ne geldiyse sevgili (!) büyüğümüz bizi kovalamaktan vazgeçti.
Biz de faturayı gözetleme kulesindeki nöbet tutan arkadaşımıza kestik. O da kendisini “Valla her gün geldiği yoldan bekliyordum. Ben anlamadan derenin içinden sazlıklar arasından sızıvermiş.”
Sevgili okurlarım, sizlere çocukluğumuzun plajlarını umarım anlatabilmişimdir.