Yüksel Baysal
Türkiye yine yanlış bir dış politika kurgusuyla hareket ediyor. Arap’tan çok Arapçılık yapmak üzere söylem geliştiriyor.
Bakın ne diyor ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı: “Esasında bu, Arapların sorunudur fakat şu anda tabiri caizse ihaleyi Türkiye’ye bıraktılar. Türkiye’nin İsrail’in bu politikalarına gösterdiği tepki haklı bir tepkidir. Ama Filistin meselesi Türkiye’nin tek başına çözebileceği bir mesele değil, Türkiye’nin böyle bir imkânı yok!”
Hüseyin Hoca diplomatik dille diyor ki, “Arap’ın kabadayısı biz olmayalım, tepki gösterelim ama orada duralım!”
Ayrıca Mavi Marmara olayından ders almadık mı?
İsrail uluslararası sularda insanlarımızı öldürdü de ne yapabildik?
20 milyon lira tazminat alarak ölümleri sineye çekmedik mi?
Siyasal iktidar aslında içerde kaybettiği oyu dışarıda arıyor. Salgın koşullarında, sokağa çıkma yasakları ihlal edilerek organizasyonlar yapılıyor, taban Filistin meselesiyle diri tutulmaya çalışılıyor.
AKP, ‘Mazlum Filistin halkının’ yanında olmaktan çok bir din savaşının tarafı gibi hareket ediyor. Öyle olmasaydı, Uygurlar için de ses yükseltilmez miydi?
Ayrıca sosyal medyada sorulan şu soru çok haklı değil mi?
36 askerimizin şehit edildiği gün sokağa çıkılmadı. Bizim şehit olan askerlerimizin Filistinliler kadar değeri yok muydu?
İsrail’in vahşetine karşı çıkmayı, diplomatik girişimlerde bulunmayı anlarım ama daha ötesi yanlış olur. Biden’in ‘Ermeni Soykırımı’ söyleminin nedenlerinden birinin Yahudi lobisinin artık Türkiye’nin arkasında durmaması olduğu gerçeğini anımsayalım; ülkemizin çıkarları için İsrail’i, onu destekleyen güçlü Yahudi lobisini karşımıza almayalım.
Biraz daha geri gittiğimizde gördüğümüz manzara şu: Kudüs, Şam, Hicaz, Yemen çöllerinde Anadolu’nun genç evlatları boğduruldu.
Türk askerini arkadan vuranlar Araplar, Filistinliler gerçeği tarihin ortasında ‘lebalep’ duruyor.
Ayrıca, unutmayalım ki Kudüs sadece Müslümanlar için değil bütün dinler için önemli bir şehirdir. Yahudilerin Mekke’sidir, Hıristiyanların da Medine’si…
Kendim de gittiğim için biliyorum, Hazreti İsa orada çarmıha gerilmiştir, sembolik mezarı da oradadır. Sadece Yahudilerin değil, tek tanrılı dinlerin ilk tapınağından kalan son parça Ağlama Duvarı oradadır.
Onun için Falih Rıfkı Atay Zeytindağı’nda, “Kudüs, haham, papaz ve hoca karışımı kuru ve somurtkan bir şehirdir” der.
Kudüs’e asker gönderelim çığlıklarını atanlar, Osmanlı’nın oradan nasıl çekildiğini, hangi acılar yaşandığını bilmiyorlar. Çünkü onlar tarihi sadece kahramanlık hikayelerinden ibaret sanıyorlar:
“Bir yığın Anadolu çocuğunu, yurdundan kopmuş, uzak Medine içinde, İskorpite ve çöle yediriyorduk.
Bir sabah kumandanın (Falih Rıfkı ordu ile birlikte Küdus’te görev yaptıktan sonra Şam’a gelmişti) odasına girdiğim zaman, gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm, Kudüs İngilizlerin elinde idi.
Karargahın içinde ‘Kudüs düştü’ sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Haleb’e göz yaşlarımızı hazırlamak lazımdı. Artık yalnız Anadolu’yu, İstanbul’u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine, Allahaısmarladık!
Zeytindağı’nın (Kudüs’ün bir tepesi) çamları arasından, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam gölgesi görmeyecek gibi bakan Lüt çukuru, şimdi bütün imparatorluğu, içine çeken bir mezar gibi, genişleyip derinleşiyor.”(Zeytindağı-Pozitif Yayınları, Sayfa 117).
Yazıyı Falih Rıfkı Atay’ın o muhteşem yapıtındaki şu cümlelerle bitireyim: “Gözyaşlarının hiçbir faydası olmadığını anlamak için Yahudilerin Kudüs’te yüzlerce yıldan beri her Cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz. Yüzlerce yıllık gözyaşı, bu ağlama duvarını bir santim aşındıramamıştır.” (Sayfa/73).
Bugün Arap dünyasının ağlaması da öyle değil midir? 300 milyonluk Arap dünyasının ağlaması İsrail’in bilimsel duvarına çarpıp tuzla-buz oluyor.