Ahmet Aygün Ata
Yazımızın başlığı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüze ait.
Evinize girip çıkarken ruhsatınız ya da izin belgeniz var mı diye sorulmasını ister misiniz?
Evinizin hangi odasını kullanacağınız, mutfağa şu saatlerde girebilirsiniz, yatak odanızda eşinizle şu günlerde yatabilirsiniz diye kararları başkalarının vermesini ister misiniz?
Ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun imzaladığı Sevr Antlaşması’nın gereği gibi Karacabey’den Bursa’ya gidebilmek için pasaport sorulmasını ya da İzmir’de oturan çocuğunuza gidebilmek için izin belgesi almak ister misiniz?
Sizi İzmir’e götüren aracın denetim noktalarında sık sık durdurulup izin belgesi ya da pasaportunuz var mı diye sürekli sorgulanmak ister misiniz?
Aklı başında hiç bir insan sorduğum sorulara, “İsterim” demez. Oysa ki Türk Ulusu, bundan 105 yıl önce bu utanç verici günleri yaşadı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları, özellikle Türk çiftçisi son 20 yılda tütün ekmek için ruhsat ve izin alır duruma, almayanların ya da izin verilenin dışında fazla ekim yaptığı için para ve hapis cezalarına çarptırılır duruma getirildi.
Yine kotasını aşan (ki bu verim yüksekliğinden) Türk çiftçisinin pancarı ya alınmadı ya da fazla ürettiği için alım fiyatı düşürüldü.
Merak edip araştıran olursa bu yasakların ve cezaların ya sömürge ülkelerde ya da AKP’nin iktidarı döneminde olduğunu görür.
Üstüne basa basa ‘Yerli ve Milli’ olduğunu iddia eden ve her ne hikmetse hangi Ulusun Milli’si olduğunu ağzından duyamadığımız AKP, bu utanç verici günleri Türk çiftçisine yaşatıyor.
Oysa kendini doyuramayan insan, aile ya da ülkenin başkalarının tutsağı olacağını bilmeyen yoktur. Varsa da o olanlar kendisini aç bırakanlara ayakçılık ya da piyonluk yapanlardır.
‘Ele güne muhtaç olmamak’ gibi bir deyimimiz, ‘aç ayı oynamaz’ gibi bir Atasözümüz bu yaşam gerçeğini yüzümüze vururken, bunu bilmemek için ne olmak gerekir, adını siz koyun.
Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün 17 Şubat 1923 İzmir Ekonomi Kurultayı’ndaki açılış söylevinin bir bölümü şöyledir; “…Ulus yaşamsal araçlarıyla uğraşmaktan yasaklı olarak ülke ülke dolaştırılıyor ve bu yeni ülkeler halkı birçok kural dışılıklara ve ayrıcalıklara sahip olarak çalışıyordu. Yani fethedenler temel öğeyi peşine takarak kılıçla fetihler yaparken, kılıç saklarken, zaptolunan ülkeler halkı kazandıkları kural dışılık, ayrıcalıklarla sabana yapışıyorlar, toprak üzerinde çalışıyorlardı. Arkadaşlar, kılıçla fetih yapanlar, sabanla fetihler yapanlara yenilmeye ve sonuçta kazandıkları yerleri terk etmeye zorunludur. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur.
Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, güçlenmişler, bizim ulusumuzda böyle fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi anayurdunda çalışmamış olmasından ötürü bir gün onlara karşı yenilmiştir. Bu bir gerçektir ki, tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde aynen yaşanmıştır. Örneğin, Fransızlar Kanada’da kılıç sallarken, oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bu uygar sabanla-kılıç savaşı sonunda kazanan sabandır. Efendiler, kılıç kullanan kol yorulur, sonunda kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkum olur. Ancak saban kullanan kol gün geçtikçe daha çok güçlenir ve daha çok güçlendikçe daha çok toprağa sahip olur.
Efendiler; Osmanlı fatihleri, hakanları fetih olunan yerlerin gerçek sahipleri ile birlikte sabanın önünde yenilip kaçışa başladıktan sonra asıl felaketlerin büyüğü başladı. Yalnızca padişahın bir ihsanı olarak yabancılara sunulmuş olan ve özel lütuf olarak ülke içindeki gayrimüslim öğelere verilmiş olan her şey kazanılmış haklar kabul edildi.”
Bayram öncesi Meclise yine AKP icadı, “Torba yasalardan” biri sevk edildi. Geçtiğimiz günlerde tütün ekmek isteyen çiftçilerimiz gösteri düzenlemiş. “Yanınızdayız” diye söz veren AKP milletvekillerine karşın tutuklanmışlardı. Yanı sıra önceki yıllara ait cezalara ilişkin cezayı, ‘erteleme önerisi’ de bu torbada! Dikkat ediyoruz, af söz konusu değil. Türk çiftçisine ‘üret’ demek yok. Ceza için erteleme var.
Diğer yandan Amerika’nın gönlünü hoş etmek için Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) kotasını yükseltmek var. Poları düşürüp ekim yapacakları ekmekten kaçırmak var. Bir yıl içinde tam 38 bin çiftimiz ekmeyi bırakmış. Yabancı bir devletten çok dış alım yapıldığı için madalya almak var ama kendi çiftçisine üretelim demek yok!
Galiba o ‘Millilik’ denilen şey yalnızca Osmanlı Saltanatı içindekiler için!
Ecdat, Ecdat diyerek sarıldıkları bir hanedandır, bir ulus değil!
O zaman nasıl Yerli ve Milli olunabilir, birisi çıkıp anlatsa iyi olacak.
Çünkü, ‘Milli’ iseniz bir hanedanı ecdadınız görmezsiniz.
Yok hanedana ecdat diyorsanız, İleri Demokrasi, Hukuk Devleti, Laiklik, Aydınlık, Çağdaşlık, Milliyetçilik, Halkçılık ile hiç ilginiz olamaz. Olsanız olsanız, beş hanedanın kapı kulu olabilirsiniz.
Yaradılan Yaradılana Kul Olur mu?!