İsmail Hakkı Özsarı
İnsan arzularının sınırı yoktur. Zenginliğin sınırı yoktur. Sevginin sınırı yoktur. Hırsın sınırı yoktur. Yukarıda saydıklarıma daha birçoklarını ekleyebilirsiniz. Bütün bunların sınırı var mıdır? Yok mudur? Tartışılır.
Kesin olarak bildiğim, bilginin sınırının olmadığıdır.
Bir zamanlar ünlü düşünürün şu sözü “Bir şey biliyorum, O da hiçbir şey bilmediğimdir” bilginin sınırsızlığını ne güzel anlatıyor.
Her şeyi bilmek olanaksızdır. Ama ne yazık ki her şeyi biliyor görünmek hastalığı da vardır. Bu hastalık; hastalıkların içinde insanı en çok sevimsiz kılan hastalıktır.
Çevremize şöyle bir baktığımızda ne kadar çok insan görürüz bu hastalığa yakalanmış!
Gereksiz yere büyüklük taslarlar. Kendilerini yukarılarda göstermek için başkalarını yerin dibine batırmaktan çekinmezler.
Montaigne şöyle der: “Kendini olduğundan aşkın göstermek çoğu kez üstünlük duygusundan değil, budalalıktandır.” Bu tip insanlar ne yaptığının farkında olmayan düşüncesizlerdir.
Bilgisiz, boş insanların bilgisizliklerinden kaynaklanan kişilik özelliklerini betimleyen (tasvir eden) ne güzel söylemler vardır Türkçemizde.
“Boş başak dik durur”, “Boş teneke çok gürültü çıkarır”, “Boş çuval ayakta dik duramaz” vs.
İnsan her şeyi bilemez. Önemli olan bilmediğini bilmektir. Bir şey sorulduğunda bilmiyorsanız; eveleyip gevelemenin anlamı yok. Doğrusu; bilmediğini yiğitçe söylemektir.
Bazı insanlar da kendisinin ne kadar bilgili olup olmadığını başkalarının takdirine bıraksa ne olur ki… Sırası gelince konuşsalar -tabirimi mazur görün- “delik dondan çıkar” gibi her şeye maydanoz olmaya kalkmasalar kıyamet mi kopar?
O zavallılar bilmezler ki, “İnsanı iki şey çileden çıkarır: Söylenecek yerde susmak, susulacak yerden söylemek.”
Hiç kimseye de, kendini olduğundan az göster denemez. Çünkü böyle olması “alçak gönüllülükten çıkar, pısırıklığa korkaklığa girer.”
Bilmeyenlerin koparttıkları gürültü karşısında; bilip de susmak topluma karşı yapılan en büyük kötülüklerdendir.
Aksi halde miskin kediye kanat takarsınız. O da dünyadan serçelerin soyunu tüketir. Bunun içindir ki; büyüklenen, böbürlenen, dünyayı ben yarattım diyen insanlara meydanı boş bırakmamak gerekir.
Doğru yerde, doğru zamanda, doğru bildiğimizi çekinmeden korkusuzca söyleyebilmek en azından bu insanlık görevidir.
Yoksa herkese mavi boncuk takmakla aslında insanlara kötülük yaparsınız.
Bir de çok şey bildiği, başağını kısmen de olsa doldurduğu halde büyüklenenler vardır. Anlayacağınız ilim öğrenmişler ama insan olamamışlar.
Yunus Emre’nin diliyle söyleyecek olursak:
“İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, Ya nice okumaktır.”
Vezir olmuş ama adam olamamış oğlun öyküsünü hepiniz bilirsiniz.
Tarihi incelediğimizde büyük adam diye nitelediğimiz insanların tümünün ortak özelliği alçak gönüllü oluşlarıdır.
Ulu Önder Atatürk’e soruluyor: “Dünyanın gözünü kamaştıran Sakarya Zaferi’ni nasıl kazandınız?”
Ata’nın yanıtı: “Zaferi Anadolu halkına borçluyuz.” Kendini herkesin üstünde gören, her şeyi biliyorum diyen, üstelik bilmediğini bilmeyen kişi tam bir beladır. Ondan insanlığa bir yarar gelmez.