Canan Ekinci Yılmaz
Hiç şaşırmayın…
Göstere göstere geldi bu günler…
Hiç, biz ne ara bu kadar kötü olduk demeyin…
Adım adım kötülük kıskacına alınıyoruz diye bas bas bağırdı yıllarca aklı selim. Sesi boğuldu, duyulmadı, duyurulmadı, duyulsa da aldırılmadı.
Gün be gün vandallık gemi azıya aldı, dörtnala şaha kalktı!
Artık mantığın, aklın, vicdanın, merhametin, iyi niyetin işe yaramadığı bir çukurun dibindeyiz. Bundan dibe inemeyiz dedikçe bir makara sarımı daha iniyoruz. Bundan sonrası yoktur dedikçe kuyunun dibinde sanki yeni bir kapak açılıyor, dip bir kat daha aşağıya iniyor. Biz iniyoruz, kuyu derinleşiyor, kuyu derinleşiyor biz iniyoruz. Bu yolculuk bitmiyor.
Dipsiz kuyu dedikleri bu olsa gerek.
Sadece bir gün içinde yaşadığımız olayları saysam yeter. Tekel bayiindeki vahşet, taksideki müşterilerle husumetli olan şahsın açtığı ateş sonucunda ölen gencecik taksi şoförü, işyeri önünde oturan kişilere motosikletten ateş açılması, araba kiralama şirketindeki adamı ölesiye dövüp bir de video kaydı yapılması, Batman’da yol ortasında kurşun yağmuruna tutularak genç bir çocuğun öldürülmesi.
Kadına şiddet ve kadın cinayetleri zaten her günün olmazsa olmazı.
Uzun zamandır dev gibi arabalarda müziği sonuna kadar açmış halde gezen garip tipli, garip bakışlı, küstah, görgüsüz, terbiyesiz, vicdansız, mafya kılıklı tipler peydah olmuştu. Boyunlarında tasma gibi altın kolye zincirler, kıçlarında dapdaracık ve kısa pantolanlar, ayaklarında çorapsız giyilmiş pabuçlar, suratlarında hafif sakal, iki yandan aşağı bükülmüş ağız, tepeden bakan gözler, kısacası “maço” tavırlar bunların en belirgin özellikleri. Bellerinde silah ile her an “sıkmaya” hazır bir kafa ile dolaşıyorlar etrafta.
Mafyalar mı, mafya özentisi içindeler mi, çok mu mafya filmi izlediler hiç anlamadım!
Bir de öyle kontrolsüz çoğalıyorlar ki, çok ürkütücü…
Din pazarcılarının uydurdukları safsatalar ona keza…
Çocuk istismarı ona keza.
Ekonomik şiddet ve adaletsizlik ona keza.
Toprağını, ağacını savunan insanlara orantısız güç uygulamak ona keza.
Vatandaşlık haklarını düzensiz göçmenlere kaptırıyor olmak ona keza.
Elin savaştan kaçanı her şeyi bol bulamaç “alan” olurken, bizim kendi ülkemizde her şeye “bakan” olmamız ona keza.
Vergiden yakıta, gıdadan ısınmaya her şeyin sağına eklenen sıfırların, iş maaşlara eklenmeye gelince soldan soldan eklenmesi ona keza.
Ülkenin temel taşları olan kazanımların adım adım kaybedilmesi, satıla satıla elden çıkartılması ona keza.
****
Yaşananları ne akıl alıyor, ne de hiçbirisi mantığa sığıyor değil mi?
Yaşananların sebepleri de sonuçları ortada aslında. Çözüm de var. Lakin çözecek kimse yok. Çünkü çözmek isteyen kimse yok!
Bu sosyal bozulma ve bu çürümüşlük nasıl toparlanacak ve ülke fabrika ayarlarına nasıl dönecek diye düşünmekten, yaşanan zulmü göre göre normal hayatımı sürdürmeye çalışmaktan bitap düştüm. Yoruldum.
Bu zamana değin “Gidişat” üzerine pek çok yazı yazdım.
Ben “sade bir vatandaş” olarak gidişatı görüp dilim döndüğünce anlatmaya çalışmışken ülkeyi yönetenlerin bu gidişatı fark etmemesi mümkün değil.
Hatta gidişatı hızlandırmalarına ve her geçen gün gerilimi biraz daha tırmandırmalarına bakacak olursak ülkeyi kökünden bitirmeye yemin etmişler. Adeta bir savaş hali…
Havasına suyuna, taşına toprağına kurban olup, bir tek dostuna bin can feda ettiğim memleketimin artık ne kadarı benim memleketim, bilmiyorum.
Endişe ve korku içindeyim. Üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi sinik ve sessizim.
Çıkaracağım en ufak bir aykırı seste “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu ile suçlanacak olduğumu bilince…
Üstelik her gün “tepeden tepeden” aşağılanıp, her gün kin ve düşmanlıkla kışkırtılırken…
Ne diyeyim…
Yoruldum…