Canan Ekinci Yılmaz
Son günlerde yeniden gündeme gelen alkol yasağının iki sebebi var desem yalan olmaz. Biri yaşam şekline müdahale etmek isteyenler. Diğeri de ağzına içmeyenler! Yani içkinin şişede durduğu gibi durmadığını bilmeyenler.
İkincisinin abukluklarını örnek gösteren ilki, çareyi “YASAK”ta buluyor ve dükkanı tümden kapatmak istiyor. Neyse ki “henüz” kapatamıyor…
İstanbul Valiliği’nden yapılan açıklamada “tümden kapatma” gibi bir yaptırımın olmadığı, konunun “içince huzur bozanlar” için gündeme geldiğini yazıyor.
İçki içilen mekânlara arada sırada uğrayıp, kendi halinde takılan insanlara içkinin zararlarını anlatan tebliğicileri saymayalım, Anadolu’nun bazı şehirlerinde içkili lokanta olmadığını da saymayalım, içmek isteyenlerin sahte alkol sebebiyle öldüğünü de saymazsak, ülkede içkiyle kimsenin sorunu yok aslında…
Yasak yok, bilinç var!
Yasak işini IV. Murat başaramadıysa kimse başaramaz. Biliyorsunuz IV. Murat içkiyi halka yasaklamıştı ancak kendisi içki içmeyi sürdürmüş ve bu içki bağımlılığı onun ölüm nedenlerinden biri olmuştu. Malum, saray hayatı içkinin zehrinden daha zehirliydi. Acaba ben ne zaman boğdurulacağım diye düşünmekten insanın da gözüne uyku girmez ki! Herhalde o da ancak içince uyuyabiliyordu. “Mesele alkol değil, siz beni anlamadınız!” dese yeri…
Ya diğer padişahlar? Bu düzene dayanabilmek için onlar da içer miydi? Ya da bir zafer kazanmışsın dönmüşsün mesela…
Sıvı Ekmek
İçkinin tarihine bakacak olursak çok ama çok eski dönemlere çıkıyor yolumuz. Bilinen en eski alkollü içecek biraymış mesela. İlk çağlarda atalarımız biranın da hammaddeleri olan arpa ve buğdayı tüketebilmek için suda bekletip yumuşatıyorlarmış. Tahıl, içindeki nişastayı suya geçiriyor ve böylelikle biranın oluşumu başlıyormuş. Havadaki mayaların bu nişastayı ve şekeri yiyerek ortaya çıkardıkları alkol, içkilerin atası imiş. Antik Mısır’da işçilere verilen günlük yemek hakkının içinde mutlaka bira bulunurmuş. Hem besleyiciliği, hem de rahatlatması açısından bira ‘sıvı ekmek’ olarak adlandırılırmış. Nazi Partisi halklara ulaşmak için neredeyse bütün toplantılarını birahanelerde yaparmış ama Hitler hiç içmezmiş. (Kaynak: Agos)
İçkinin tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi sayfasında da uzun uzun anlatılmış.
Mühim olan doz!
Her şey zehirdir, mühim olan dozdur der Paracelsus. Binlerce yıldır üretilen ve tüketilen bu keyif verici maddenin dozunu kaçırınca keyfin sana zehir oluyor. Başlıyorsun önce kendini sonra da çevreni zehirlemeye. Doz arttıkça içinde biriktirdiğin ne varsa şahlandıkça şahlanıyor. Kâh içindeki neşe akıyor dışarıya, kâh dert tasa, kâh kin nefret. Bir cesaret, bir kahramanlık, bir özgüven patlaması yaşıyorsun ki sorma. Frenler boşalıyor, beyin beyin olmaktan çıkıyor, kontrol kayboluyor. Sonrası BOŞLUK…
Ne ne dediğini biliyorsun, ne ne yediğini, ne de ne yaptığını…
Girdap!
Aman evladım karaciğerin bozulur, hastalanırsın gibi haminne lafları etmeyeceğim sana. Çünkü biliyorum ki karaciğerin bozulana kadar türlü çeşit tehlike yaratıp, felaket üstüne felaket doğuracaksın. Ya aracınla kaza yapıp can alacaksın, ya hiddetlenip silaha sarılacaksın, ya yanlış tercihler yapıp evi barkı dağıtacaksın. Olur da bu vartaları kendine hasar vermeden atlatırsan sonunda karaciğerin bozulacak. Karaciğer nakli gerekecek. Uyacak uymayacak, tutacak tutmayacak derken dört kolluya binene kadar epey bir sürüneceksin. O arada süründüğüne üzülüp yine içeceksin. Bu sarmaldan çıkamayıp yarattığın girdapta boğulacaksın. Boğulurken de kendin dışında herkesi suçlayacaksın…
Hiç mi içmeyelim?
Canan Karatay’ın onu da yemeyeceksin, bunu da yemeyeceksin, şunu da yemeyeceksin çıkışmalarına, ne yapayım yani aç mı kalayım diyen çocuk misali, ne yapalım yani hiç mi içmeyelim diyorsunuz değil mi? Tabii ki için…
Şöyle hoş bir masada, keyifli bir ortamda iki tek yuvarlayıp çakır keyif oluverin.
İçinizi derin bir efkâr bastıysa, özlem dayanılmaz olduysa, hüzün bedeninizi sardıysa kendinizi bir kadeh şarabın kollarına bırakıverin.
Duygular şelâle olsun, söylenemeyenler söylensin, günlük sıkıntılar ile daralan ruhunuz gevşesin, rahatlasın.
Lakin içmeyince dut yemiş bülbül iken içince deli deli şakımayın. Hele de kendinizce sevdiğinizi düşündüğünüz kişiyi “içince akla gelen kokoreç” yerine hiç koymayın.
Siz de hemen Cem Yılmaz’ın “gecenin bir vakti atılan ‘Uyudun mu?’ mesajı” temalı parodisini hatırladınız değil mi?
Ayarı kaçırma!
Beni şarap değil de müzik rahatlatıyor derseniz müzik dinleyin, dua iyi geliyor derseniz dua edin. Kitap film müzik sohbet, hangisi ile huzur buluyorsanız ona sarılın.
Ancak müziğin sesini son raddeye getirirseniz olmaz! Dua edeceğim diye dünyayı durdurursanız olmaz! Kitap okuyacağım, film izleyeceğim diye herkesi kendi keyfinize mahkûm ederseniz olmaz! Kısacası, çevrenizi yok sayıp kendinize odaklanırsanız olmaz!
İçine dön, içine bak!
Sarhoşun söylediği ayığın düşündüğüdür. İçince şiddete yöneliyorsanız, işin cılkını çıkartıyorsanız ve duracağınız yeri bilmiyorsanız sizin alkolle sorununuz yok, sizin kendinizle sorununuz var. Önce onu çözün…
İçinizden çıkıp dışınıza bakınca gördükleriniz de hoş değil biliyorum. Ekonomik kaygılar, hayat gailesi, iletişimsizlik, anlaşılamamak, yanlış anlamalar ve yanlış anlatmalar, mutsuz evlilikler, karşılıksız aşklar, falan falan…
İçmeyip de ne yapacaksınız değil mi?
Değil işte…
Sizin içmek için bahane yarattığınızın çok ötesinde “zor” hayatlar var bu dünyada ve onlar çözümü alkolde bulmuyor. Bilakis, onlar çözüm ürettikten sonra kadehine içkisini dolduruyor, zorluğu aşan kendini kutlamak için içiyor.
Siz de öyle yapın…
Haydi şerefe…