Mustafa Arı
Haset, başkasının sahip olduğu maddi veya manevi imkanların kendisine intikal etmesi veya kıskanılan kişinin bu imkanlardan mahrum kalması yönündeki istek ve niyeti ifade eder. Başkasında olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Günah değildir.
Hasetlik; ruhsal hastalıktır. Huzuru kaçırır, mutluluğu engeller, ağız tadını bozar, insanı yorar. Hasetlik, fesatlık; başta kişi olmak üzere, toplumu kemiren hastalıktır. Hz. Adem’in çocuklarından olan Kabil, kardeşi, Habil’i çekemeyip öldürmüş ve böylece yeryüzünde ilk cinayet haset yüzünden işlenmiştir.
İki kimseye haset etmek caizdir, bunlardan birinin Allah tarafından kendisine verilen serveti hak yolunda harcayan, diğerinin de Allah’ın verdiği ilimle amel edip bu ilmi başkasına öğreten kimse olduğu belirtilmiştir.
Haset etmek, Allah’ın takdirini değiştirmez. Hasetçi, boşuna yorulur, üzülür. Üstelik günaha girmiş olur. Hasedin, haset edilene dünyada ve ahirette hiç zararı olmaz. Üstelik faydası olur. Hiçbir hasetçi muradına kavuşmamıştır. Peygamberimiz buyuruyor: Sizi hasetten sakındırırım. Hiç şüphe yok ki haset, ateşin odunu yediği gibi haseneleri (sevapları) yer. (ve tüketir.)
Az bela sanma efendi sen hasedi / Evvela kendini yakar hasidin hasedi
“Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslümana, üç günden fazla din kardeşi ile dargın durması helal olmaz.”
Üç kötü huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa onun hasetçi olduğu anlaşılır:
1- Kişinin yüzüne karşı nezaket gösterir.
2- O kimse ayrıldığı zaman arkasından gıybet eder.
3- Kıskandığı kimsenin başına gelen musibetten dolayı sevinç duyar.
Haset edilen kimse, senin zulmüne uğramış, bir mazlumdur. Hele haset edip çekiştirir, kötülüklerini söylersen, bunlar senin ona verdiğin hediyelerdir. Hep onun ekmeğine yağ sürmüş oluyorsun. Yani ona ibadetlerinin sevabını verip, onun günahlarını yükleniyorsun. Böylece kıyamette müflis olacaksın.
Allah’ın bizlere öğrettiği şu yakarışla yazımı bitirmek istiyorum: “De ki: Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”
Haset, Müslüman’ın vasıflarından değildir. Rabbim bizleri bütün şerlerden, şerlilerden, yüreğinde haset duyguları taşıyanlardan korusun. Allah, haset denilen hastalıktan nefsimizi ve neslimizi korusun.
GIYBET ETMEYİN
Gıybet, bir kardeşimizi hoş olmayan sözlerle anmaktır. Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, halini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemektir. Yokluğunda onun onur ve haysiyetini zedelemektir. Kul hakkına girmektir.
Kişiyi kızdıran, onun onurunu ve gururunu inciten lakap takmak ve taklit yapmak da gıybettir. Yüce Allah mümini gıybetten sakındırmak için gıybetin ölü eti yemek gibi olduğunu belirtmiştir. Ölmüş kardeşinin etini yeme! Bunların hesabı sorulmaz deme.
Dinimiz gıybet, dedikodu, su-i zan ve özel halleri araştırma gibi mümine yakışmayan durumlardan uzak durmayı emretmiştir: Peygamberimiz: “Birbirinizin gıybetini yapmayın. Gizli hallerinizi araştırmayın. Çünkü her kim insanların gizli hallerini araştırırsa Allah da onun gizli halini araştırır. Ve neticede onu evinde bile olsa rezil eder. Sözlerimiz, gıybet ve dedikodu, iftira ve yalan için değil; sadakat ve doğruluk için dökülsün. Kelamımız, kin, nefret ve düşmanlığa değil; ülfet, muhabbet ve kardeşliğe vesile olsun. Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Gıybet edene sus diyene yüz şehit sevabı vardır. Mümin, sadece bildiği konuda konuşmak, bildiğini, gördüğünü söylemek zorundadır.
Peygamberimiz (s.a.v) gıybeti bizlere şöyle tarif eder: “Gıybet nedir, bilir misiniz?” Allah ve Resulü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber (s.a.v): “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu. Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu. “Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa o zaman ona iftira ettin demektir” buyurdu. .Gıybet, hüküm olarak haramdır.
Gıybete bazı istisnai durumlarda ise ruhsat verilmiştir. Niyetin iyi olması koşuluyla, bazı meşru mazeretler gözetilerek ferde ve topluma fayda sağlayacak ise bu gıybet sayılmaz.
Hz. Peygamber, bir kabristana uğradığı sırada orada yatanlardan iki kişinin azap gördüğünü söylemiş ve bunun sebebine şöyle işaret etmiştir: “Onların azapları öyle büyük bir şeyden dolayı değil. Biri idrarın (üzerine sıçramasından) sakınmazdı, diğeri de koğuculuk yapardı.” buyurmuş.
Gıybetin sebepleri kin ve öfke, sohbet ve yarenlik, başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltme düşüncesi ve kıskançlık şeklinde sıralanmış, gıybetten kurtulmak için bu sebeplerin ortadan kaldırılması tavsiye edilmiştir. Gıybetçinin günahtan kurtulması için pişmanlık duyması, tövbe etmesi, gıybetini yaptığı kimse ile helalleşmesi gerekir. Gıybeti yapılan da merhametli davranır, affeder.
Hz. Mevlana, kendisinin gıybetini yapan kişiye şöyle der: Duydum ki benim gıybetimi yapmışsın. Benim yüzüme söylemekten kaçmışsın. Benim gibi bir acizden korkmuşsun ama Allah’tan korkmamışsın. İslam ahlakında asla yeri olmayan gıybet, basit insanların işidir.
Rabbim bizleri dilimize sahip çıkanlardan, gıybet etmeyenlerden eylesin.