Canan Ekinci Yılmaz
Günlerdir gülen gözleriyle karşımda durup ekranımdan bana masum masum bakan 8 yaşındaki Narin, 21 Ağustos’tan bu yana kayıptı. Günlerdir aranan tazecik Narin Güran, kayboluşundan 19 gün sonra bir çuval içinde dereye atılmış olarak bulundu.
Canlı bulunmasından ümit çoktan kesilmiş, ne hâlde bulunacağı beklenir olmuştu.
Şimdi de Narin’in ölüm şekli/sebebi ve failin ortaya çıkmasını bekleyeceğiz. Malum, bu gibi cinayetlerde fail çok uzakta olmaz. 476 nüfusun yaşadığı avuç içi kadar küçük bir köyde soruşturulacak insan sayısı da bellidir. Olayın çözülmesi zaman alsa da sonuçlanır.
Şimdi; katilin ve işin içinde olanların kimler olduğunun bulunması Narin’in öl(dürül)müş olması gerçeğini değiştirmeyecek. Verilecek kifayetsiz cezalar, indirimler ve toplumun hafıza kaybı ile yeni Narin’ler öldürülmeye devam edecek.
Mesela; bundan tam 10 yıl önce, yine bir çocuk katline şahit olmuştu ülke. Babasına yemek götüren Karslı Mert’e tecavüz edilmiş, boğulmuş ve çöplük yanındaki boş bir tabyanın içine atılmıştı.
Mesela; Ağrı’da 15 Haziran 2018 tarihinde kaybolan 4 yaşındaki Leyla Aydemir, kaybolduktan 18 gün sonra ölü olarak bulunmuştu.
Mesela; Van’ın Gürpınar ilçesine bağlı Dim Mahallesi (Yalınca), Çeli Mezrası’nda 1 Şubat 2014’te hastalanan ve kardan kapanan köy yolunun açılması için ailesince yapılan yardım taleplerine karşılık verilmemesi üzerine yaşamını yitiren 2 yaşındaki Muharrem Taş’ın cenazesi otopsi ve suç duyurusunda bulunmak için çuval içinde babasının sırtında 16 kilometre taşınmıştı. Açılan davada Bilirkişi Raporu tamamlanarak mahkemeye sunulmuş, yapılan değerlendirmede; “Sağlık Bakanlığı’nın asli kusurlu olduğu ve kusur oranının yüzde 80 mertebesinde olduğu, Van İl Özel İdaresi’nin de meydana gelen ölümlü olayda tali kusurlu olduğu ve kusur oranının yüzde 20 olduğu nihai görüş ve kanaatine varılmıştır.” sonucu çıkmıştı.
Tüm bu olayların öncesinde de binlerce çocuk bu vahşeti yaşamıştı. Muharrem’in, Mert’in ve Leyla’nın ölümünün sonrasında da binlerce çocuk kaçırıldı, binlercesine tecavüz edildi, öldürüldü, yok edildi… (Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Adli İstatistik verilerine göre 2008–2016 yılları arasında tam 104 bin 531 çocuk kayboldu. 2016 sonrasına ait veriler ise YOK!)
Hızlı koştuğu için kapkaççılar tarafından çalıştırılmak üzere kaçırılan bir çocuğun haberini siz de hatırlarsınız belki. Büyük şehirler sokak çocuklarıyla dolu. Onlar kaç kişidir, nasıl yaşar, nasıl ölür kimse bilmez…
Ben ve benim gibi pek çok yazar bu konularda o kadar çok yazı kaleme aldı ki, yazdıklarımızdan ve hep aynı şeyleri yazmaktan biz utandık, okuyanlar utandı, kalem utandı, kâğıt utandı; utanmazlar UTANMADI…
Büyümez ölü çocuklar
Ne acı ki ne anneler, ne babalar, ne ağabeyler, ne amcalar, ne dayılar, ne teyzeler, ne yengeler, ne komşular insanı insan, çocuğu çocuk, kardeşi kardeş, yeğeni yeğen, kuzeni kuzen, komşuyu komşu bilmediği sürece bu kayboluşların ve bulunuşların ardı arkası kesilmeyecek. Cehaletin kötülükle el ele gezdiği yerlerde insanın da, hayvanın da, nebatın da yaşama hakkı yok sayılacak.
Nâzım’ın “…..büyümez ölü çocuklar” dediği gibi Leylalar, Narinler, Mertler hiç büyümeyecek. Bir çocuğun ne demek olduğunu idrak etmemiş insanlar çocuklarını koruyamayacak.
Bir çocuğun ne demek olduğunu idrak etmemiş insanlar savunmasız çocukları avlamaya devam edecek.
Bir çocuğun ne demek olduğunu idrak etmiş insanlar ise çocukları ile birlikte tüm çocukları koruyabilmek için çırpınıp duracak.
Organ mafyası bir yandan, uyuşturucu mafyası bir yandan, çocuğun etrafındaki vampirler bir yandan çocukların yaşamasına, yaşasa da sağlıklı büyümesine izin vermeyecek.
Ergenliği başına vurmuş bir ergen en yakınındaki dişi görüntüye musallat olacak. İhtiyacını gidereceği “şey” ha insan, ha hayvan, he damacana, ha egzoz çıkışı olmuş, onun için hiç fark etmeyecek.
Kendi bedenine yabancı, geçeceği doğal aşamalardan habersiz, karşı cinsten uzak büyütülmüş her insan bir anlık heyecanının nelere mâl olacağını hesap edemeyecek.
Elinde hiçbir mahareti olmayan, fırsat eşitsizliği içinde büyümüş her insan bir başka insanın özlük haklarını gasp etmeyi kendine hak sayacak.
Çocuklar tüm dünyada “para için”, “bilim için”, “zevk için” diye diye sömürülecek…
İçimiz yanacak, canımız acıyacak, gidenler zaman zaman hatırlansa da çok zaman unutulacak ve bu yolculuk kurbanlar vere vere devam edecek…
* Japon yazar Kazuo Isiguro’nun “Beni Asla Bırakma” kitabında, kimsesiz çocukların “verici” olarak büyütülmesi konusu işlenir. Yine, İkinci Dünya Savaşı esnasında tek başına kalan Yahudi bir çocuk olan Joska’nın hayatta kalma yolculuğunun anlatıldığı, Jerzy Kosiński’nin aynı adlı romanından uyarlanan, The Painted Bird — Boyalı Kuş filmi de bir “çocuk” filmidir.
Her şey biliniyorsa neden önlenmiyor?
Çünkü insan kendinden güçsüz ve kendini ifade edemeyen ne varsa onun üzerine hüküm sürmeyi güç zannediyor. Bu da onun zafiyetini gösteriyor.
Çünkü insan çıkarının büyüklüğüyle orantılı olarak her ama her şeyi harcayabiliyor. Çünkü insan kötülüğe meyilli ve o yüzden insan hep iyi olmak üzerine eğitiliyor.
Mesela; Nazi kamplarında görev yapan Alman kadınlar, eşi benzeri olmayan canavarlar değil, canavarca şeyler yapan sıradan kadınlardı. Onlar, Sıradanlaşan Kötülüğün Sıradan Köleleri’ydi.
Nazi kamplarında yapılan insan davranışları deneylerinde; öldürülmek için gaz odalarına kapatılan kadınların, verilen gazdan boğulmamak için can havliyle daha yukarıya uzanmak isterken ya da kızgın zemine basmamak için çocuklarının üzerine bastığı gözlenmişti. Çünkü insan bencil ve her zaman kendi canını yaşatmak üzere yaşıyor.
Çünkü insan ceza almayacağını biliyorsa her şeyi yapabiliyor. Çünkü insan çektirdiği acıyı kendi çekmediği için anlamıyor.
İşte doğduğu andan itibaren insana bunları anlatmak lâzım. Kişiye hem kendine hem çevresine vereceği zararı göstermek, onu bilinçlendirmek lâzım.
Bunun için de önce evde bunları anlatacak eğitime sahip ana baba olmak, sonrasında da okulda ve sosyal hayatta bunları öğretecek politikalar üreten yöneticileri iş başına getirmek lâzım.
Yani hem eğitim hem de liyakat anlayışına sahip olmak lâzım…
Çocuklar için en güvenli ülkeler
The Economist’in 2019 yılındaki verilerine göre çocuklar için en güvenli ülkelerin başında sırasıyla İngiltere, İsveç, Avustralya ve Kanada geliyor. Türkiye ise % 56.7 ile listenin 18. sırasında. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2016 verilerine göre, Türkiye’de çocuk istismarıyla ilgili dava sayısı son 10 yılda yaklaşık 3 kat arttı, 250 bin çocuk istismara uğradı. TÜİK’in 2019 verilerine göre suç mağduru olarak gelen 206 bin 498 çocuğun yüzde 15,2’si cinsel istismar kurbanıydı. Ancak resmi veriler artık paylaşılmıyor.
25 Mayıs Uluslararası Kayıp Çocuklar Günü
Uluslararası Çocuk Merkezi / Inrenational Children’s Center’in 2023 yılında 25 Mayıs Uluslararası Kayıp Çocuklar Günü’ne (International Missing Children’s Day/IMCD) özel yaptığı haberde; Avrupa Kayıp Çocuklar Kurumu (Missing Children Europe) verilerine göre Avrupa Birliği’nde her yıl 250.000’den fazla çocuğun kaybolduğu, Türkiye’de şu an 100 binden fazla çocuğun kayıp olduğunun tahmin edildiği, 2016 yılından itibaren ülkemizde kayıp çocukların sayılarına dair verilerin açıklanmadığı yazıyor.
25 Mayıs’ın Uluslararası Kayıp Çocuklar Günü olarak ilan edilişinin ardında hazin bir hikâye yatıyor. 1979 New York’unda, 6 yaşındaki Elat Patz okula giderken kaybolur. Fotoğrafçı olan babası, kayıp oğlunun siyah beyaz resimlerini medya kuruluşlarına dağıtır ve bu olayın haberleri ulusal boyuta ulaşır.
25 Mayıs’ın Kayıp Çocuklar Günü olarak anılması Amerika Birleşik Devletleri’nde 1983’te başlar. Ağ’a, 29 ülke üye olur: Arnavutluk, Arjantin, Avustralya, Belarus, Belçika, Brezilya, Kanada, Şili, Kosta Rika, Ekvador, Almanya, Yunanistan, Guatemala, İrlanda, İtalya, Jamaika, Litvanya, Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Polonya, Portekiz, Rusya, Sırbistan, Güney Kore, İspanya, Tayvan, İngiltere (UK) ve Amerika Birleşik Devletleri (USA). (Evet, Türkiye yok!)
2001 yılında, 25 Mayıs ilk olarak Avrupa Komisyonu, Avrupa Kayıp Çocuklar Kurumu ve Uluslararası Kayıp ve İstismara Uğrayan Çocuklar Merkezi (ICMEC), çabalarıyla özel bir gün olarak ilan edilir.