Ulvi Kırlağaç
Enflasyon, fiyatlar genel seviyenin sürekli artma halidir. Fiyat artışı ve hayat pahalılığı ise farklı olgulardır. Belirli bir mal veya hizmetin fiyatları artıyorsa buna fiyat artışı, elde edilen gelirler fiyat artışlarına yetişemiyorsa bu hale de hayat pahallılığı diyoruz.
Bugünkü ekonomi yönetimimizin enflasyon ile yaptığı mücadelede, enflasyonun sebeplerini bırakıp sonuçları ile uğraştığını üzülerek görmekteyiz. Ülkemizde enflasyonu belirleme yetkisi Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) aittir. TÜİK‘in açıkladığı ve yayınladığı enflasyon oranları ile çalışanların ve emeklilerin maaş zamları belirlemektedir.
TÜİK’in açıkladığı bu oranlar ile halkın yaşadığı gerçek enflasyon arasında zaman zaman iki katına kadar farklar oluşmasına rağmen, TÜİK yetkilileri en şeffaf açıklamalarda bulunan kuruluş biziz diyebilmektedir. 20 yıldır nereden temin ettiği bilinmeyen enflasyon sepeti bilgileri açıklanmamaktadır. Hakkında vatandaşlar ve kurumlar tarafından açılan yüzlerce yanlış, eksik ve kamuoyunu yanıltıcı bilgilere yönelik dava dosyaları ne yazık ki yeterli bir cevap bulamamıştır. Bu yüzden TÜİK toplumumuzda kendisine duyulan güven duygusunu yitirmiş bir kurum durumundadır.
Bu kurumun açıkladığı bilgilerle ülkemizin doğru yol izlemesi ve sonuç alması mümkün değildir. Piyasalarda yaşanan gerçek enflasyonun üzeri döviz baskılanarak, para basılarak, sıkı para politikası uygulanarak örtülmek istenmektedir. Merkez Bankası rezervleri ihracat ve turizm gelirleri yerine Carry Trade (yüksek faizli kısa vadeli dış borç) ile artırma yoluna gidilmiştir. Bu politikalar ile açıkladıkları enflasyonun doğruluğu adeta ispatlanmaya çalışılmaktadır.
Enflasyonun sebepleri ile uğraşmanın uzun bir zaman alacağı, bunun da seçim kaybettirme riski taşıması nedeniyle uzun bir zamandır politik bir tercih olarak seçim ekonomisi uygulandığı bilinmektedir. Bu yüzden TÜİK sonuçları baz alınarak ekonomimiz kağıt üzerinde bu sonuçlarla uyumlu hale getirilmek istenmektedir. Ekonomi yönetimi büyümeyi sıfır seviyesine düşürüp, ücret ve emekli maaşlarını yerinde saydırarak, ekonomik faaliyetleri durma noktasına getirerek, fiyat artışlarının önünün kesilebileceğini öngörmektedir. Bu düşünce bize göre yanlış bir uygulama olup, arkasında konkordatolar, toplu iflaslar ve yoğun bir işsizliği barındırmaktadır.
Yılın sadece 7 ayında konkordato başvuru sayısının, iflaslar hariç 1.554’ü bulmuş olması istemesek de bizi haklı bir noktaya taşımaktadır. Ülkemizde ekonominin arz yönünü etkileyen yapısal reformların geciktirilmeden uygulanması gerekmektedir. Bu reformlar ÜRETİMİ, YATIRIMLARI VE İSTİHDAMI üst seviyelere taşıyacaktır. Önemli bir reform da Merkez Bankası, TÜİK ve BDDK’nın bağımsız ve liyakatli ellerde görev yapar hale getirilmesidir. Türkiye’ye portföy yatırımları yanında doğrudan yabancı yatırımın önünün açılmasını ve önündeki engellerin öncelikli olarak kaldırılmasını önemli bulmaktayız. Örneğin, ülkemizde ithalatı düşürmeli (ithal ikameye öncülük ederek), ihraç ürünlerimizde gereken yerlerde teşvikler verilerek katma değeri yüksek ürünler ihracatını arttırmalıyız.
Tarımda ise belirlenen üretim politikalarından çiftçimiz de, tüketicimiz de memnun değildir. Bu yüzden yeni tarım politikaları oluşturmak, ne üreteceğini, ne kadar üreteceğini çiftçimizle paylaşmak önceliğimiz olmalıdır.