Nevzat Çakır
Her şeyden önce şunu net olarak söylemem gerekir ki, Atatürk bu ülkenin sarsılmaz değeridir. Aslında Atatürk’ün kaşından, gözünden, duruşundan ve onun için yazılmış şarkılardan, marşlardan bahsetmiyorum!
Atatürk’ün düşünce yapısına dikkat çekmek istiyorum.
Ama maalesef böylesine önemli bir değer, Atatürk düşmanları ve Atatürk’ün arkasına sığınanlar tarafından önemsiz ve değersiz bir hale getirilmeye çalışılıyor. Bilerek veya bilmeyerek…
Şunun altını çizmek gerekir ki Atatürk her şeyden önce bir insandı. Şahsına yönelik hataları, kusurları, yanlışları mutlaka olmuştur. Özel durumları kendisini bağlar.
Yine Atatürk’ün kaşı, gözü, duruşu bir çok insanı etkileyebilir. Veya Atatürk’e yönelik yazılan ve söylenen şarkılar, marşlar birçok insanı coşturabilir. Bu da işin şekil tarafıdır.
Benim üzerinde basarak durduğum ise Atatürk’ün davasıdır, onun düşünce yapısıdır. Maalesef toplumumuzun çoğu ‘Atatürkçü Düşünce’yi hala anlamış değil.
Körü körüne Atatürk’e düşman olmak ya da ona körü körüne taparcasına söylemlerde bulunmak maalesef çözüm değil, olmuyor anlayın artık! Ülkemiz insanı daha çok kutuplaşıyor, bölünüyor, ayrışıyor…
Bu yazıda size kalkıp Atatürkçü Düşünce’yi anlatacak değilim. Aklı ve fikri olan araştırır, öğrenir. Zor bir şey değil.
Ancak şu kadarını söylemek isterim ki, Atatürkçü Düşünce’de temel hedef; ‘Tam Bağımsız Türkiye’dir.
Yani hiçbir ülkenin güdümüne girmeden, halkın başta ekonomik refahı olmak üzere, her alanda üreterek kalkınması, gelişmesi, yozlaşmadan uzak, özgürce iyi standartlarda yaşamasıdır Atatürkçü Düşünce!
Şimdi soruyorum; kim böyle bir hayat sürmek istemez?
Gelinen noktada Atatürkçü Düşünce’den git gide uzaklaşan ülkemiz ne durumda! Bir düşünün bakalım.
Atatürk’ten bu yana 101 yıllık Türkiye Cumhuriyeti sizce tam bağımsız bir ülke olabildi mi? Halkın başta ekonomik refahı olmak üzere, ülkemiz her alanda üreterek kalkındı mı, gelişti mi?
Gerçekçi olmak gerekirse yanıt kocaman bir HAYIR’dır. Ve eminim sokakta 10 kişiye bu soruyu sorun, en az 8’i de ‘Hayır’ yanıtını verecektir. ‘Evet’ diyen 2 kişiden birinin ya tuzu kurudur ya da bir şekilde kendisine ‘haline şükret’ düşüncesi empoze edilmiştir.
İşte burada tüm mesele ‘insanca yaşamak’tır.
Halimize tabii ki şükrediyoruz, her zaman beterin beteri vardır. Örneğin bugün Suriye, Filistin, Yemen, Afganistan halkı gibi değiliz belki ama bir Amerika, Almanya, Rusya veya Finlandiya halkı gibi de değiliz. Hep daha iyisini istemek, daha iyi koşullarda yaşamak bir insanın en doğal hakkıdır, en doğal hakkı olmalıdır.
İşte halkını yüksek standartlarda yaşatacak olanlar da yetki verilen siyasilerdir. Kendileri şatafat içinde yaşarken, yoksul halka dini ve milli naralar atarak kandıranlara inanmayın.
Eğer bir siyasetçi sürekli yüksek sesle Allah-Kitap-Peygamber naraları atıyorsa ondan uzak durun.
Yine bir siyasetçi yüksek sesle vatan-millet-Atatürk naraları atıyorsa ondan da hemen uzaklaşın.
Bu iki tip siyasetçiler oldukça tehlikelidir.
Ama bir siyasetçi sizlere Allah-Kitap-Peygamber’i kullanmadan ya da vatan-millet-Atatürk naraları atmadan üretimden, yatırımlardan, ülke veya şehri adına projelerinden, halkın refah düzeyini yükseltmeye yönelik hedeflerinden bahsediyorsa ona kulak verin. Dinleyin, sorgulayın, ölçün, biçin ve ona göre karar verin.
Unutmayın; VATANINI EN ÇOK SEVEN, “GÖREVİNİ” EN İYİ YAPANDIR…
Lütfen “Atatürk Düşmanlarından” ve “Atatürk’ün Arkasına Sığınanlardan” uzak durun, onlara prim vermeyin. Aksi halde bugün Suriye, Filistin, Yemen veya Afganistan halkının başına gelenler yakın zamanda bizim de başımıza gelebilir.