CHP Genel Başkan Yardımcısı Sarıbal, koronvirüs ile mücadele ve yargı paketini değerlendirdi:
Dünyanın ve ülkemizin birinci gündem maddesi olan koronavirüse karşı verilen mücadeleyi ve TBMM’ye sunulan yeni yargı paketini değerlendiren CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, AK Parti Hükümeti’nin söz konusu salgını fırsata çevirmeye çalıştığını iddia etti.
Koronavirüs tehdidinin iktidar tarafından yeterince anlaşılmadığını belirten Sarıbal, “Böylesi önemli ve tüm toplumu ilgilendiren bir sorun karşısında iktidarın uyarıcı ve koruyucu açıklamalarla halkı bilgilendirmesi, kriz yönetimi için somut adımlar atmasını bekledik. Ancak ne yazık ki ülkemizin temel sorunlarına çözüm getirmek yerine kendisine kalıcı bir iktidar düzeni sağlamak adına ‘tek adam’ rejimini dayatan iktidarın başı, en kritik ilk hafta boyunca sarayına kapanarak ortadan yok olmayı tercih etti.” dedi.
TBMM’ye sunulan yeni yargı paketini de değerlendiren Sarıbal, hapisteki hasta, yaşlı, engelli, çocuk ve kadınların derhal tahliye edilmesi için plan yapılması, bu plana tartışmalı gerekçelerle tutuklu bulunan siyasilerin de dahil edilmesi gerektiğini vurguladı.
CHP Bursa Milletvekili Sarıbal’ın açıklaması şöyle: “Dünyada bütün savaşlar, sürgünler ve göçler gibi hastalık ve salgınlar da önce yoksulları ve dezavantajlı grupları etkiler. 2019 yılının sonlarından itibaren Çin’den dalga dalga yayılan koronavirüs, ülkemizde görüldüğünden beri tüm gündemimizi etkisi altına aldı. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, emek örgütleri, meslek odaları, hekimler ve sağlık emekçileri tedbir önerilerini açıkladılar. Sosyal devlet ilkelerinin hatırlatıldığı paylaşımlarda, bu çok ciddi halk sağlığı tehdidi karşısına, kamu yararı gözetiliyordu. Özellikle yerel yönetimlerin halktan yana ve halkı önceleyen tedbirler geliştirerek bu süreci atlatmak için çaba sarf ettiğine hep birlikte tanıklık ettik.
Böylesi önemli ve tüm toplumu ilgilendiren bir sorun karşısında iktidarın uyarıcı ve koruyucu açıklamalarla halkı bilgilendirmesi, kriz yönetimi için somut adımlar atmasını bekledik. Ancak ne yazık ki ülkemizin temel sorunlarına çözüm getirmek yerine kendisine kalıcı bir iktidar düzeni sağlamak için “tek adam” rejimini dayatan iktidarın başı, en kritik ilk hafta boyunca sarayına kapanarak ortadan yok olmayı tercih etti. Bu sürenin ardından iktidar partisinin genel başkanı, sağlık ve emek dünyasını temsil eden meslek örgütlerinin görüşlerine başvurmak yerine, özenle iktidarın ihtiyaçlarına öncelik vermek üzere seçildiği anlaşılan uzmanlarla bir kriz masası oluşturdu. Yapılan toplantının çıktısı olarak bir “kalkan” paketi kamuoyu ile paylaşıldı.
“Emekçiye değil patrona kalkan”
Öncelikli gündem olması gereken sağlık önlemleri, sağlık personelinin en etkili ve güvenli şekilde çalışmasını sağlayacak düzenlemelere ilişkin tek cümleye yer verilmeyen açıklamayla sabır ve dua mesajları verildi. Uzun süredir liberal pazar ekonomisinin yakıcı döngüsüne esir edilen, yoksulluğa terk edilen emekçiyi, üreticiyi, çiftçiyi bekleyen zor günlerin aşılabilmesine dönük düzenlemeler, çalışan kesimin iş güvencesini, yaşam koşullarını önceleyen, işsizliğe karşı tedbirler geliştiren bir paket değildi karşımıza çıkan. Söz konusu kalkanın işverene, otel sahiplerine, ulaşım firmalarına ve müteahhitlere özel olduğunu gördük. Çöken ekonomi sıcak paraya ihtiyaç duymaya devam ederken vatandaşı daha da borçlandırmak, ev satışını teşvik etmek, işverenlerin borçlarını ertelemek, sarayın fahiş masraflarını vatandaşın cebinden karşılamaya devam etmekten daha doğal ne olabilir?
“Kriz derinleşiyor”
Görülüyor ki, Saray Rejimi bu işin ciddiyetini henüz yeterince kavrayabilmiş değil. Sınırların kapatılması, yurt dışından özellikle umreden gelen kalabalık kafilelerin karantinaya alınması gibi önlemlerle dışarıdan gelen bu virüsün ülkemize girişini engellemek ya da hızla artan vaka sayısı karşısında hastaneleri olası koşullara hazırlamak, test kiti temin etmek gibi ilk akla gelebilecek önlemleri değil, ülkemizin her yerinde üzerine düşeni yapmak için olağanüstü bir gayretle çalışan yerel yönetimlere kayyum atamayı daha önemli görüyorlar belli ki. Ya da sağlık emekçilerini korumak ve işlerini kolaylaştıracak olanaklar sağlamak yerine onların kişisel hijyen ve koruma ekipmanlarını kendi parasıyla almasına seyirci kalıp saat 21.00’de balkona çıkıp alkışlamayı daha anlamlı buluyorlar. İçinde bulunduğumuz karanlık gündemle savaşmak yerine evden eğitim programlarında çocuklara idam animasyonu izlettirip, müstehcen olduğu iddiasıyla Buket Uzuner’in 34 yıllık romanını yasaklayarak ülkemizi kalıcı bir karanlığa esir etme gayretindeler.
Geldiğimiz noktada krizin derinleşmesine endişeyle tanıklık ediyoruz. Ve görüyoruz ki hükümet tarafından hala yoksul, güçsüzleştirilen ve ötekileştirilmiş kesimler için hiçbir tedbir alınmıyor. Tıpkı emekçiler, borçlular, güvencesizler, mülteciler gibi üzerine hassasiyetle durulması gereken çok önemli bir grup daha var: Cezaevlerindekiler. Bugün sayısı 300 bin civarında olan tutuklu ve hükümlünün kaldığı ve 150 bin kamu personelinin görev yaptığı bu yerlerdeki yoğunluğu azaltmak üzere tasarlanan düzenleme meclise sunuldu.
“Cezaevindekilerin yaşam hakkı”
Bir ülkenin tüm yurttaşları gibi cezaevlerinde bulunan herkesin sağlığı ve yaşam hakkı devlet güvencesinde olmalıdır. Haksız iddianamelerle, hükümsüz uzun tutukluluk süreleriyle istiap haddini çoktan aşmış olan cezaevlerinin koronavirüs ile ilişkilenme ihtimali çok büyük risk oluşturmakta. Öncelikli olarak hasta, yaşlı, engelli, çocuk, kadın olmak üzere tahliye kararı alınmalıdır. Bu plan yapılırken de tartışmalı gerekçelerle içerde bulunan siyasi tutuklu ve hükümlüler de mutlaka plana dahil edilmelidir. Zaman kaybetmeden gerekli yasal düzenlemelerin sağlanması elzemdir.
Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde yer alan sağlık hakkı maddesi ve birçok uluslararası sözleşme ile garanti altına alınmış olan, ‘mahkûmların yaşam ve sağlık koşullarından yoksun bırakılması hiçbir koşulda ve hiçbir suç için söz konusu olamaz’ ilkesini hatırlatmayı her şeyden önce bir yurttaşlık görevi sayıyorum. Elbette durumdan vazife çıkararak serbest bırakmayı görev bildikleri insanlık suçu işlemiş, insanları otelde ateşe veren vahşileri, suçu sabit çocuk istismarcılarını, kadın katillerini tahliye programının dışında tutmalarını ve sağlıklarını önemseyerek korumalarını bekliyoruz.
Yine aynı gerekçelerle insan hakları çerçevesinde salt muhalif olduğu için başta barış akademisyenleri olmak üzere KHK ile görevinden uzaklaştırılan, ihraç edilen uzman hekim ve sağlık görevlilerinin de derhal görevlerine iade edilerek mesleklerini yapmalarına olanak tanınması gereklidir.
“İktidar görevini yapsın”
Ülkemizin bu karanlık tablodan en az kayıpla ve en güvenli şekilde çıkması dualarla, her gün camilerden okutulan selalarla değil, ömrünü bilime adamış bu kıymetli uzmanların bilgi ve birikimiyle mümkündür. İçinde bulunduğumuz olağanüstü koşullarda iktidarı, kendisine muhalif kesimleri cezalandırma eğilimine son vererek insani, vicdani ve ahlaki değerlerle toplum faydasını ve yaşam hakkını önceleyerek hareket etmeye çağırıyorum. Yani iktidar görevini yapmalıdır!”