Kemal Derici’nin Kaleminden…
Savaşan kaybedebilir
Savaşmayansa çoktan kaybetmiştir
(Bertolt Brecht)
Yönetmenliğini Florian Henckel von Donnersmarck’ın yaptığı, Martina Gedeck, Ulrich Mühe ve Sebastian Koch’un başrollerde oynadığı, ‘Yabancı Dilde Film Oscar’ı da kazanan, “Başkalarının Hayatı” (Das Leben der Anderen) filmini izledim, yapılan yorumları değerlendirdim.
2006 yapımı gerilim filmi beni acı acı düşündürdü. İnsanın insana yaptığı zulmün, başkalarının hayat ve geleceklerini altüst edip karartmasının sonunun gelmediğini bir kez daha gördüm. Casusluk ve istihbarat konulu filmlerde alıştığımız şiddet sahneleri bu yapımda yoktu. Tek el silah atılmadığı, kimseye bir fiske bile vurulmadığı halde yüreklere salınan korku insanı ürpertmeye yetiyor. Baskı ve şiddetin iması bile toplumu titretiyor. Şantaj ve gözdağı film boyunca insanların peşini bırakmıyor. Bireysel özgürlüklere saygı söz konusu bile değil zaten.
Film, 1984 yılında Doğu Almanya olarak bildiğimiz Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin güvenlik ve istihbarat servisi STASİ’nin eğitim semineri ile başlıyor. Kıdemli bir ajana aralarında sanatçıların da bulunduğu muhaliflerin evlerine dinleme cihazı yerleştirerek izleme ve rapor etme görevi veriliyor. Aldığı görevin etik ve insanlık ölçülerine uymadığını düşünen STASİ subayı, üstlerinin gazabına uğramak pahasına görevini yerine getirmiyor. Durum anlaşılınca Arşiv’de pasif bir göreve atanarak cezalandırılıyor. Kariyeri tükeniyor.
1989 yılında Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra dönemin yöneticilerinden biriyle yüzleşen bir muhalif sanatçı, “Ne yazık ki bu ülkeyi sizin gibi insanlar yönetmiş” diyerek sabık Bakan’ın yüzüne tokat gibi inen sözler söylüyor. Bana göre filmin en unutulmaz repliği bu sahnede karşımıza çıkıyor. Muhalif örgütlenmelere katlanamayan totaliter ve despotik rejimlerin bu hareketleri boğmak, sindirmek ve kaynağında kurutmak için ne kadar pervasız ve sınır tanımaz olabileceği bu çalışmada bir kez daha görülüyor.
Rejim yıkıldıktan sonra yargılanan Doğu Alman lider Erich Honecker, savunmasında kendisini Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg gibi sembol isimlerle kıyaslamış, insanların zekasıyla alay etmeye kalkmıştı. Söz konusu kişiler hayatlarını hiçe sayarak (bedellerini canlarıyla ödeyerek) Weimar Cumhuriyeti’nin (İmparatorluk döneminin sonu (1918) ile Nazi Almanyası’nın (1933) başlangıcı arasında Alman hükümetine verilen isim) kolluk kuvvetlerine, zindanlarına ve işkencelerine meydan okurken savundukları görüşlerin bürokratik oligarşi ve parti elitleri tarafından heba edileceğini, ütopyalarının ziyan olacağını akıllarına bile getirmemişlerdi. O nedenle Bay Honecker eylemcilerin tırnağı bile olamaz.
1995 yılında kaybettiğimiz Mehmet Ali Aybar’ın; sosyalizmin en büyük düşmanının bürokratik elitlerin ve komünist parti öncülerinin despotluğu tespitinde ne kadar haklı olduğunu filmi izledikten sonra daha iyi anlamış oldum.