Canan Ekinci Yılmaz’ın Kaleminden
Güneydoğu’da zaman zaman sinen ama hiçbir zaman sönmeyen ateş harlanarak yanmaya devam ediyor. Ateşin altını kimler üflüyor ve ateşi kimler alevleniyor bilmem ama olan, o ateşte yanan ulusa oluyor. Pençe-Kilit Harekâtı Bölgesinde yaşanan çatışmalardan zaman zaman birer-ikişer şehit haberi geliyor. Bakılıyor ki halk duyarsızlaşmış, bir-iki şehit haberi yeterli etkiyi yaratmıyor, hop sayı on-on beşe çıkıyor.
Pençe-Kilit Harekâtı Bölgesi’nde, 22–23 Aralık günlerinde yaşanan çatışmalarda, yani iki günde 12 askerimiz şehit oldu. Özellikle de sayıca fazla her şehit haberinin ardından olduğu gibi yine aynı protestolar, yine aynı isyanlar, yine sabahtan akşama aynı konuşmalar, yine aynı dil, yine aynı mantık, yine aynı “şehit edebiyatı” ile tepki verildi.
Klişeler bir yana; toplum artık “Biz bu operasyonda niye varız, o askerler dağ başında neyi koruyup neyi bekliyorlar, o kadar netameli bir coğrafyada baskını haber alacak sistem niye yok ya da niye yetersiz, niye hep ‘hep fakir ailelerin çocukları’ konusunu konuşuyoruz, bu çocuklar neden hep fakir ailelerden çıkıyor, eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanamadıkları için mi, okuyup meslek sahibi olamadıkları için mi, çalışabilecekleri işlerde daha ucuza adam çalıştırıldığı için mi, aileleri bakabileceklerinden çok çocuk yaptığı için mi, vatan için mi, iman için mi, aşk için mi, ne için?” diye soruyor. Savaşın arkasını önünü sorguluyor. Bu terör niye bitmiyor, niye bitirilemiyor diyor. Niye legal partinin başı değil de terör örgütü başı muhatap alınıyor diyor. Niye bizlere doğru düzgün bir açıklama yapılmıyor diyor. Niye kimse sorumluluk üstelenmiyor, niye kimse üzerine alınmıyor diyor.
Ama en çok da, askerlerimiz niçin havanın buzunda o çadır(cık)larda yaşamaya mahkûm ediliyor diyor.
2018’in ekiminde soğuktan donarak ölen askerlerimizi unuttunuz mu? Unuttuysanız hemen hatırlatalım.
BUZ! / 27 Ekim 2018 / C.E.Y.
“26 Ekim 2018. Tunceli’nin Nazimiye ilçesi kırsalında, operasyonda soğuk hava ve tipi nedeniyle donma tehlikesi geçiren ve Tunceli Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Jandarma Özel Harekât timindeki donma tehlikesi geçiren 9 askerden 2 asker şehit oldu.”
İki asker 1914’ün aralığında Sarıkamış’ta değil, 2018’in ekiminde Tunceli’nin dağlarında dondu. Birinci Dünya Savaşı henüz yeni başlamışken, Osmanlı’nın en bitik günlerinde üzerlerinde çul çaput, ayaklarında çarık yok halde savaşmaya çıkartılan ve ancak 18 gün sürebilen harekâtta 60 bin asker öldü Sarıkamış’ta. Enver Paşa’nın “Saadet, şan ve şeref ileride; alçaklık, sefalet ve ölüm geridedir.” sözleri yetmedi askeri soğuktan korumaya. Bite kardı asker. Askerin kanını emen bitler kanlandı, asker kendini ısıtacak kanı bile bulamadı. Donmuş asker heykelleriyle doldu Allahuekber Dağları.
Ya sen Memed?
Sen nasıl dondun Tunceli’nin dağlarında şimdi?
Sarıkamış’ın üzerinden 100 yılı aşkın süre geçmişken, dünya değişmiş, teknoloji bu kadar gelişmişken nasıl koruyamadık da derin bir uykuda yitirdik seni?
Uzman Çavuş Mersinli Asım Türkel.
Uzman Çavuş Ferruh Dikmen.
Sosyal medya hesaplarında donup kaldılar şimdi en genç halleriyle.
Hevesleri, hayalleri, gülen gözleri, sevdiklerine aşkla sarılan elleri, gencecik bedenleri, paylaşımların altına yazdıkları sözleri, hepsi dondu onlarla birlikte.
Her bir şehit haberinde kavrulan yürekler de dondu bu haberle birlikte.
Uzaklardaki ocağa düşen bir ateş bu kadar üşütür müydü insanı?
Eller buz, kalpler buz, bakışlar buz kesti.
Nedenli niçinli sorular ise zihinlerdeki her hücrede alev alev…
Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok işte yine.
Yıllardır sürüp giden bir garip savaş en hain, en ilkel, en vahşi, en acımasız, en kahpe, en bitimsiz haliyle can almaya devam ediyor.
Jandarma Özel Hareket birimi JÖH’e bağlı yetişmiş uzman bir asker, soğuk karşısında naçar kalıyor.
Akıl alıyor mu, almıyor,
Böyle oluyor mu, olmuyor,
İçimiz içimize sığıyor mu, sığmıyor…
****
E.M. Remarque “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” kitabına, “Bu kitap ne bir şikâyettir ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece.” ön sözüyle başlar.
Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya-Fransa cephesindeki Alman askerlerinin yaşadıklarını anlatan 1929 tarihli roman, Nazi Almanyası’nın yasaklı kitapları arasındaydı ve 10 Mayıs 1933 yılında Berlin Opera Meydanı’nda yakılan kitaplardan biriydi. Binlerce kitap arasından sembolik olarak seçilen birkaç kitap ateşe atılmadan önce kısa konuşmalar yapılmış, yedinci sırada yakılacak olan Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitabı için, “Birinci Dünya Savaşı askerine edebiyat yoluyla ihanete karşı, toplumun kahramanlık ruhunu yaşatmak adına Erich Maria Remarque’ın kitabını ateşe atıyorum!” sözleri söylenerek kitap ateşe atılmıştı.
Romanda, barışın ilan edilmesine dakikalar kala öldürülen asker Paul’ün ölümü kimse için bir şey ifade etmemişti. Ölüm, savaşta yeni bir şey değildi. Milyonlarca asker ölmüşken bir askerin daha ölmesi neyi değiştirecekti?
****
“Terörle Mücadelede Verdiğimiz Şehitler 1984–2013” başlıklı bir çalışmada 18 binin üzerinde isim listelenmiş. Her biri vatan evladı, göz bebeği 18 bin(+) isim…
2013’ten 2023’e her biri Doğu Cephesinde toprağa düşmüş kim bilir daha kaç isim…
Ve şimdi bugün, onlara eklenen; okulunda, işinde, ailesiyle, çocuklarıyla, arkadaşlarıyla, sosyal hayat içinde yaşaması gereken 12 isim daha…
Hâlâ “yeni bir şey yok” diyor musunuz?