NEVZAT ÇAKIR
Mekkeli müşrikleri bilir misiniz? Hiç okuyup araştırdınız mı?
“Müşrik” kısaca; Allah’a inandığını söyleyen (dilinden Allah’ı düşürmeyen) ancak Allah’a ortak koşan (egolu, kendini beğenen ve kendini yüksekte gören, ikiyüzlü, maddiyata tapan, hep bana hep bana anlayışında olan) kimseye denir.
Mekkeli müşrikler de namaz kılardı, oruç tutardı, kurban keserdi. (İslam’dan farklı ibadet şekilleri vardı) Çoğu Hz. İbrahim’in dinine (sözde) inanır ve Allah’ı da dillerinden hiç düşürmezlerdi. Ancak!
Her şeyden önce ‘adil’ değillerdi. Kız çocuklarına ve kadınlara hiç değer vermezlerdi. (Günümüzde de artan çocuk gelinler ve kadın cinayetleri…) Kölelik onlar için olmazsa olmazdı. (Günümüzde ise modern kölelik devam etmekte) Aslında taptıkları putları güç, para ve iktidardı.
İşte Peygamberimiz Hz. Muhammed bu bozuk ve kirli düzene karşı çıktı ve en yakını olan amcası Ebu Leheb dahil kimseden çekinmeyerek; “Siz zalimsiniz. Önce hak, hukuk, adalet” diye haykırdı.
Malumunuz geçtiğimiz hafta Mevlid-i Nebi Haftası kutlandı. İlçemizde de bununla ilgili hem İlçe Müftülüğü’nce, hem de Ertuğrulgazi Ortaokulu’nca güzel programlar düzenlendi. Mevlid-i Nebi Haftası her ne kadar Hz. Muhammed’in doğum günü olsa da, asıl amaç O’nu anlamak ve O’nu örnek alarak yaşamaktır.
Peki biz gerçekten kimi örnek alıyoruz!? Allah’ı ve peygamberi dilimizden düşürmüyoruz ancak Mekkeli Müşrikler gibi yaşıyor olabilir miyiz? Hiç düşündünüz mü?
Camilerde, Kur’an kurslarında, okullardaki din derslerinde ve tanıdığımız ‘dindar’ büyüklerimiz hep Peygamberimizin insanlık için ‘uyarıcı ve müjdeleyici’ olarak gönderildiğini söylerler. Bazı kesimler Hz. Muhammed’in devrimci, bazıları da hümanist (insancıl) olduğunu vurgularlar. Bana göre Peygamberimiz; hem uyarıcıydı, hem müjdeleyiciydi, hem devrimciydi, hem de insancıldı. Çünkü o bozuk düzene adeta çomak soktu.
“Adalet” diye haykırdı.
“Tüm insanlar hak yönünden eşittir” dedi.
“Kölelik düzeni son bulmalı” diye mücadele etti.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Çünkü Hz. Muhammed takva (kötülükten ve günahtan sakınma) yönünden çok üstün bir kişilikti.
Eğer peygamberimiz bu devirde yaşasaydı emin olun ‘terörist’ damgası yer ve emin olun hapse atılırdı.
Zaten Mekkeli müşrikler de onun hakkında bir sürü iftiralar attılar. Hz. Muhammed’e yapmadıkları eziyetler kalmadı. Öldürmeye dahi kalktılar. Nitekim davası için ölümü göze alan ve hiçbir maddi veya başka bir beklenti içinde olmadan inananlar kazandı, Mekkeli müşriklerse helak olup gittiler.
Diğer ülkelerde nasıldır bilmem ama bizim ülkemizde siyasetin dini kullanması, dini değerler üzerinden hareket etmesi meşhurdur. (Her nedense bu durum bana ‘Mekkeli Müşrikleri’ hatırlatıyor.) Bu yalnızca AK Parti değil, tüm siyasi partiler için böyledir. Tabii burada amaç aslında din üzerinden siyaset yaparak ve halkı etkileyerek oy toplamak, ardından da iktidara gelerek gücü elinde bulundurmaktır. Mantıklı olarak düşündüğünüzde asıl mesele Allah’ın rızasını kazanmaktan çok iktidara gelmektir, yani güçlü olmak!
Bu arada niyeti gerçekten hizmet etme düşüncesinde olan siyasetçileri tenzih ediyorum. (Çok az olduklarını düşünüyorum) Gerçek anlamda halka hizmet etmek isteyen ve Allah’ın rızasını kazanmak isteyen bir siyasetçinin hırkayla gelip hırkayla gitmesi gerekiyor…
Hz. Muhammed’i anlamak ve yaşamak maalesef lafla veya gösterişle olmuyor. Şunu asla unutmalıyım ki Hz. Muhammed de insandı ama sihirbaz değildi.!
Bir dava için yola çıktı. Hakkın ve adaletin peşinden koştu. İnsanlığa iyilik getirdi. Bu uğurda eziyetler çekti, iftiralara uğradı, ölümlerden döndü, ona ‘deli’ dediler, hatta Mekke’nin ileri gelenleri, “Ne istiyorsun? Neden bizim bu düzenimizi bozmak istiyorsun? İstediğin paraysa verelim, makamsa verelim, güçse verelim, kadınsa verelim ama bize hainlik etme” dediler.
Hz. Peygamber bu vaatlere gülerek; “Sağ omzuma güneşi, sol omzuma da ay’ı verseniz, ben bu davadan vazgeçmem” diyerek son noktayı koydu. Dava adamı olmak böyle bir şey olsa gerek!
Bir vatandaş olarak başta Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve daha sonra da İlçe Müftülüğümüzden, imamlarımızdan ve ‘dindar’ büyüklerimizden ricam; camilerde, Kur’an kurslarında, okullardaki din derslerinde, sokakta, kahvehanelerde, kısacası her yerde Hz. Muhammed’in bu güzel özelliklerine sadece Mevlid-i Nebi Haftaları’nda değil her zaman vurgu yapın. Hakkı ve adaleti anlatmaktan, siyasilerin gazabına uğrasanız dahi korkmayın. Büyük bir sorumluluk taşıdığınızı unutmayın. Aksi halde bunun vebali de büyük olur…
İşte değerli YÖREM okurları; bazı şeyler aslında o kadar da basit değil! Veya bizim düşündüğümüz gibi basit değil. Önemli olan ‘iyi bir insan’ olabilmektir. ‘İyi’ olmak ise o kadar basit değildir. ‘Kıldan ince kılıçtan keskin bir köprünün’ üzerinde yürüyoruz. Attığımız her adımdan, aklımızdan geçen en küçük bir düşünceden bile sorumluyuz.
İnanın Hz. Muhammed’i layıkıyla anlayabilirsek ve yaşamımızda uygulayabilirsek bu kirli düzene, bu kirli siyasete ve kirli siyasetçilere ihtiyacımızın olmadığını kavrarız.
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyenler, “Bu ülkeyi biz mi kurtaracağız” diyenler, “Senin üstüne vazife mi?” diyenler, “Beni bu işe karıştırma” diyenler, “Bal tutan parmağını yalar” diyenler, “Bu işten benim çıkarım ne olacak?” diyenler, “Bizim partiden olsun da isterse çamurdan olsun” diyenler, işini bilip işe gitmeyenler ama maaşlarını her ay düzenli olarak alanlar, ülkeyi; ‘bizden olanlar ve olmayanlar’ diyerek ikiye bölenler, ayrımcılık yapanlar… İşte Mekkeli müşrikler bunlardır!
Haydi bakalım şimdi hep birlikte düşünelim; Acaba bizler de Mekkeli Müşrikler’den olabilir miyiz?
Not: Yukarıda yazılanlar için çuvaldızı ilk kendime batırıyorum.