Canan Ekinci Yılmaz’ın Kaleminden
Bugünlerin geleceği yıllardır gün gibi ortadayken, o günlerde sanki her şey yolundaymış gibi yaşayıp da şimdi her şeye şaşıranlara şaşırmaktan başka hiçbir şeye şaşırmıyorum ben artık.
Şaşırmıyorum ve şimdi de ben her şey yolundaymış gibi yaşıyorum.
Çünkü artık olan oldu…
Aklıselim insanlar o gün kaba sabalık, küstahlık, terbiyesizlik, saygısızlık, ahlâksızlık, memlekete doldurulan ve kontrol edilemeyen mülteci kavramlarını konuşurken konu bugün kara para aklamaya, mafyatik ilişkilere, kaçakçılığa, tehdide, şantaja, cinayete vardı. Oluk oluk harcanan paraların ve akla hayale sığmaz “sonradan görme” tavırların arkasında koskoca bir karanlık varmış da bilmiyormuşuz.
İşinde gücünde, bütçesini denkleştirip ay sonunu getirmeye, çoluğunu çocuğunu okutup evini geçindirmeye, devletine borcunu ödemeye, canlı cansız hiçbir şeye zarar vermemeye çalışan, üstüne üstlük “enayi” olarak nitelendirilen sıradan vatandaşlardan bu karanlığın boyutunu ve bu “görmemişliğin” mantığını anlamaları beklenemezdi elbet.
Bunu anlasa anlasa o karanlığın içinde yaşayanlar anlardı.
Artık biz de; ek yerleri “yoksulluk” olan ve etik değerlerden uzak büyütülmüş insanların özendikleri hayata ulaşmak için önlerine çıkan en kestirme yola sapmalarını, saptıkları yolun azgın akan bir nehir olduğunu, bu nehirde su yüzünde kalmak için kendilerine (onlara göre büyük, nehre göre küçük) kayıklar verildiğini anladık değil mi?
Acımakla kızmak arasında kaldığımız bu garip “kitle”, birbirlerine nazire yapacağız derken, bilinçsizlikleri yüzünden her şeyi gün yüzüne çıkarttı. Daha doğrusu kaş yapalım derken kendi gözleri çıktı.
Azıcık akıllı ve bilinçli olsalardı bu işlere hiç girmezlerdi, o ayrı. Girdikleri ve nemalandıkları bu hayata hem akılsızlıkları ve bilinçsizlikleri ile ayak uyduramadılar, hem de devam ettiremediler. Bu insanların “açlığından” yararlanan koskoca sistemi de ifşa ettiler. Hoş, ettiler de ne oldu? Her zaman olduğu gibi “Aç”lar içeride, “Tok”lar dışarıda…
Sistemin göbeğinden bir isim olarak Sedat Peker onca konuştu, saatiyle, yeriyle, kişisiyle her şeyi ortaya saçtı da ne oldu? Bir-iki kişi kendi yollarınca ortadan kaldırıldı, gerisi duymazdan bilmezden gelindi.
Ama artık o sistem öyle bir doldu ki, daha fazla yedirilemeyen bir bebek gibi kusuyor, daha fazla şişirilemeyen bir balon gibi patlıyor, bir gayzer gibi fışkırarak taşıyor.
Kusmuklar kokuyor, gayzerden fışkıran kaynar sular değdiğini yakıyor…
Olayların sosyolojik boyutlarının altında yatan şeyin ekonomi ve uygulanan politikalar olduğu o kadar bariz ki, göz göre göre yaratılan bu iklimde hepimiz kendi çapımızda nefessiz kaldık.
Can güvenliğimizin olmadığı ve ekonomik olarak can çekiştiğimiz bir alem içinde sallana sallana gidiyoruz. Adeta tehcir edilen bir topluluk gibiyiz. Bu sonsuz yolculukta kimimiz yorgunluktan bitap düşüp yolda can veriyor, kimimiz kirli eller tarafından sinsice bir kenara çekiliyor ve canı alınıyor, çocuklarımız kaçırılıp karanlık ellerde suç makinesi haline getiriliyor, kimisi uyuşturulup, kimisi öldürülüp, kimisine tecavüz edilip bırakılıyor, elimizde avucumuzda ne varsa çalınmaya çalışılıyor, hırsızı, uğursuzu, katili bir olmuş, kâh yol kenarına konuşlanmış kâh içimize dalmış hepsi ayrı parçamızı kopartıyor.
İnsan bu vahşi yolculukta kendini mi koruyacak, çocuklarını mı koruyacak, elindeki üç beş kuruşa mı sahip çıkacak bilemiyor.
Bir yandan da insan olma hasletiyle yeniyor, içiliyor, gülünüyor, eğleniliyor. Yolculuk kalanlarla devam ediyor…
Son günlerde neler yaşadığımızı uzun uzun anlatmayalım. Ben, Cola dökücüler, Starbucks basıcılar, Tebliğciler, Polatgiller, Ponzigiller, Futbolgiller diyeyim, siz anlayın…
Malum, ekranlarda kaldır-kondur bu konular konuşuluyor.
En basitinden; yıllardır kadına şiddet konusu üzerine biz kadınlar ayaklanıp durduk, coplandık, gazlandık, kelepçelendik, tutuklandık, erkeklerin büyük ama çoook büyük çoğunluğu kılını bile kıpırdatmadı. Şiddet ve kandırılma kapılarına gelince ise şimdiye kadar konuşmadıkları kadar konuşur oldular.
Oynat Uğurcu(ğu)m oynat! Sabaha kadar oynat…
Bu şiddet, bu adaletsizlik, bu düzensiz düzen sırayla herkesin kapısını çalıyor. Henüz kapısı çalınmayan kişi kapısı hiç çalınmayacak sanıyor. Diğer bir bakış açısı ile ise, sokak kapısından tuvalet kapısına kadar neredeyse her evin her kapısı çalınmış, zavallı insanlar öylece boşlukta oturuyor da haberleri yok. Bu zavallılardan birçoğu, beni ısırmayan yılan bin yıl yaşasın diyerek oturdukları yerden kalkmıyor. Bir kısım kesim zaten her şeyi mükemmel derecede yolunda buluyor.
İşini gücünü yoluna “mükemmel” derecede koyanın fikrini anlarım da; semt pazarına akşam saati gidenin, ucuz ekmek kuyruğunda titreyenin, ayda yarım kilo et yiyemeyenin, en temel ihtiyaç ürünlerini temin edemeyenin fikrini anlamam mümkün değil.
Yazının başında dediğim gibi, artık ona da şaşırmıyorum. Sadece tarih bu yaşananları nasıl yazacak onu merak ediyorum.
Dünya tarihi içinde bir zerre, ülke tarihi içinde bir nokta olan bugünlerin detayları ileride yazılıp çizilecektir ihtimal.
Heyhat, bugün söylenmeyen sözler, yarın söylense ne olur?
Değerler ve kavramlar da değişen zamanla birlikte değişirken geçmişin ortaya çıkan gerçekliğinin ne önemi kalır?
Karamsar da değilim, şaşkın da değilim. Görüyorum, duyuyorum, anlıyorum.
Ülkem ve dünya için iyi bir şey yapmak adına, sadece işime ve hayatıma iyi bakarak yaşamaya çalışıyorum. Mutlulukları çoğaltıp, hüzünleri azaltmaya çalışıyorum. Siz de şaşırarak ve sızlanarak vakit kaybetmeyin. En iyi yaptığınız şeyi yaparak, ya da yaptığınız bir şeyi en iyi şekilde yaparak ayakta kalın.