İsmail Hakkı Özsarı
“Bizden geçti artık.”
“Bundan sonra mı?”
“Bizden bundan sonra ne köy olur? Ne de kasaba!”
Belirli bir yaş almış insanların dudaklarından dökülen bu söylemlere ne kadar çok tanık oluruz. Her şeyden elini eteğini çekmişlerdir. Yaşamak için değil de, adeta yaşamamak için bir dizi mazeret üretirler.
Oysa yaşlılık, orta yaşlılık, ileri yaşlılık hangi sınırlarla tanımlanır? Ölçüsü nedir? Günümüzde insan ömrü ne kadardır? Bölgesel iklimler, sosyal – kültürel ilişkiler, beslenme insan ömrü üzerinde etkili midir? Etkiliyse ne kadar etkilidir?
Acı ve geri dönüşü olmayan finali geciktirmenin yolu ya da yolları var mıdır? Varsa Nelerdir?
Dolu dolu yaşanmış kısa bir ömür mü? Yoksa boşa harcanmış upuzun bir yaşam mı Daha saygındır?
Son perdenin inmesini geciktirecek önlemler nelerdir?
Daha otuzlu yaşlarında ihtiyar olmuş insanlar tanıdığım gibi, yetmişli yaşlarında da nice genç kalabilenleri tanıdım.
Hapsolduğu bedene sığmayan, her daim üretken, neşeli, hayat dolu kişiler vardır. Onlar ne kadar yaşlanırlarsa yaşlansınlar daima bir çaba içerisindedirler ve size “AĞAÇLAR AYAKTA ÖLÜRMÜŞ” dedirtirler.
Lamare “Omurgasızların Tarihi” adlı büyük eserini tamamladığında 78 yaşında idi.
Goethe en büyük eseri Faust’u ölümünden bir yıl önce, 82 yaşında bitirmişti.
Bir insan umutları derecesinde genç, umutsuzluğu derecesinde yaşlıdır. Hiç kimse birkaç yıl fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. Öğrenmeyi bırakan kişi, yirmisinde de olsa sekseninde de olsa yaşlıdır.
Damın karla örtülü olması, evin içinde ateş bulunmadığı anlamına gelmez. Önemli olan bu ateşi söndürmemektir.