DÜNDAR ÖZSEÇEN
Ocak ayı içerisinde Ali dayı ile ilçemizde bir camimizin öğle namazı çıkışı karşılaşmış ve kendisinin köyünü terk edip artık şehirde yaşamaya başladığını, oturduğumuz bir kahvehanede yaptığımız sohbetimizde anlatmıştık. Yazımızı da, “devamı haftaya” diyerek noktalamıştık.
“Peki Ali dayı anlat bakalım şehri nasıl buldun?” dediğimde; “Ne bulacağım, kendimi dört duvar arasına hapsolmuş gibi hissediyorum.” dedi.
“Aman yapma Ali dayı” dedim, “Şimdi ben bunu yazarsam köyden şehre göçmüş ve hayatlarını şehirde yaşamaya alıştırmış insanlarımızın tepkisini çekerim. İstersen bunu biraz yumuşatıp, köydeki özgür hayattan meşguliyeti çok yaşamdan ayrılmak zor geldi şeklinde yazalım” diyecek oldum, “Neden demeyeceğim kardeşim. Kim nasıl isterse öyle düşünsün, ben böyle düşünüyorum. Umurumda bile değil.” diyerek karşı çıktı.
“Mademki bu kadar mutsuzsun ne diye geldin veya geldin gördün, evin köyde dayalı döşeli durmuyor mu, dön o zaman köyüne” dedim.
Ali dayı da, “Dönersin ama kocakarı alıştı şehre. Tavuk yok, inek yok, soba yakmak yok, ocak kurmak, süt sağmak, maşıngada ekmek yapmak yok. Avlu süpürmek yok. Böreğin yerini pasta kek almış. Tabii burada en güzeli köydeki tek bakkallın afrasından tafrasından kurtulduk.” dedi.
“O ne be dayı, bakkalla alıp veremediğin nedir?” diye sordum, Ali dayı da, “Ne olacak işte, köyün tek bakkalı olduğu için istediği zaman açıyor, istediği zaman kapatıyor. Bir şey alacak olduğunda bekliyorsun onun keyfini. Ama burada durum farklı. Bir sürü bakkal, market ve fırın var. İstediğini istediğin zaman al, afiyetle ye. Ayrıca Salı pazarından da ihtiyaçlarını temin etti. Her yerde her şey var.”
Ardından, “Peki dayı, sence köylerin boşalması, insanların doğup büyüdükleri yerleşimlerini terk etmelerindeki temel etken yukarıda anlattığın sebepler midir, başka sebepler yok mudur?” diye sordum.
Gözümün içine bakarak ve biraz da alaycı bir şekilde gülümsedi Ali dayı ve kahveciye; “İki çay ver” diyerek söze girdi: “Sen beni konuşturmak istiyorsun. Herkes biliyor ki gerçekler su gibi berrak. İnsanımızın köyden kaçması bana göre haylazlaşması, üretmekten ve çalışmaktan kaçmasıdır. Yok efendim ürettiğinden para kazanamıyormuş, karnını köyde yaptığı işten doyuramıyormuş… Bunlar belki bahane olur ama asla sebep değildir. Toprak yeni yetişen gençliği yoruyor, ne fiziki yapısı ne adale yapısı, ne ruh yapısı toprakla uğraş vermeye elverişli değil. Soluğu hemen saatli işlerde alıyorlar. Kurtulduklarını sanıyorlar, oysaki köydeki tarımda çalışmak açıkçası şehirde çalışmaktan daha kolay ve zevkli. Tabii ki ruhunu ve emeğini sevgi ile bütünleştirerek bu işi yapmalısın. Aklım başka yer ve mekanlarda olursa bu iş olmaz. Toprağa sevgini ve alın terini verirsen sana bakar, yoksa aç bırakır. Hele hele ben başkalarını çalıştırayım patronluk yapayım, ben çalışmayayım dedim mi bir bakmışsın amele bile olamamışsın. Çok dikkatli olmak lazım.
Bak sana söyleyeyim, bir daha da söylemeyeceğim. Köylerdeki okullar kapanıp köy çocukları şehirde eğitim almaya başladıktan sonra çocuklarımız şehrin renkli hayatına daha erken yaşta başladılar ve köydeki yaşamdan koptular. Köylerin boşalması ve köyden kente göçün en büyük etkisi budur. Okulsuz ve öğretmensiz köy meyvesiz ağaca benzer. Meyvesiz ağacı da bir gün keserler.