İsmail Hakkı Özsarı
Batı’nın büyük devletleri, Kemalizm’i kendileri için hep tehlike olarak görmüşlerdir. Hala da görmektedirler onların çıkarlarına Ortadoğu’nun çağdışı prenslikleri, şeyhlikleri krallıkları uygun düşmektedir. Bu nedenle de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı Kurtuluş Savaşı’nda padişah Vahdettin’i desteklemişlerdir.
O dönemle ilgili olarak bir İngiliz yüzbaşı olan Armstrone bir raporunda şöyle der; “Padişahın lehinde bulunmak bize göre en sağlam siyasettir. Her emrimizi yerine getirmeye hazırdır.”
Vahdettin güdümündeki bir dernek bildirilerinde şunları söylüyordu: “Yunan ordusunun, halifenin ordusu sayılması gerekir. Asıl kafaları koparılacak mahluklar Ankara’dadır. Kim ki, milliyetçilerle beraber Yunana karşı gelirse, şeran kâfirdir.”
Padişah Vahdettin’in Adliye Nazırı Ali Rüştü ise, “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini istiyordu.”
Türkiye’ye o günlerde birkaç kez gelen Arnold Toynbee şöyle diyordu; “Yeryüzünde hiçbir devrim, Kemalist Türk Devrimi kadar şaşkınlık yaratmadı.”
Atatürk hiçbir yurtdışı gezisine çıkmadığı halde ünlü devlet adamları, krallar, şahlar, başbakanlar Ankara’yı ziyaret kuyruğunda idiler.
Batı Atatürk’ü istemedi. Çünkü çıkarlarına aykırıydı. Bunun dört temel nedeni vardır.
Birincisi…
Laik-Demokratik Kemalist Model: “İhraç etmeye elverişli değildir. İslam ülkeleri bu modeli uygulayamazlar.” Ilımlı İslam ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, batının çıkarlarına daha uygundur. Üstelik petrol zengini Ortadoğu ülkeleri için bu model tehlikelidir.
İkincisi…
Kemalizm’in temelinde ulusal birlik ve tam bağımsızlık ilkeleri vardır. Bu ilke de batının çıkarlarına terstir. Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir. Türkiye Ortadoğu’da büyük bir güç olmamalıdır.
Üçüncüsü…
Türkiye’nin Kürtlere özerklik vermesi peşinden federasyonu getirir. Bir adım ötesi komşu devletin (Irak’ın) parçalanıp, “bağımsız bir Kürt devletinin oluşturulmasıdır. Başta ABD ve batıya muhtaç bir devlet her zaman en iyi çözümdür.
Ancak bu formülün uygulanabilmesi için ilk koşul, Türkiye’de Atatürk ilkelerinin ortadan kaldırılması gerekir.
Dördüncüsü…
Yenidünya düzeninde (Küreselleşme), uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel “Ulusal devlettir. Türkiye’de Atatürkçülük yıkılmadan, Ulusal Devlet’in de yıkılması mümkün görünmemektedir.”
İşte ABD ve Avrupa’da dün var olan bugün var olmaya devam eden ve hiç kuşkunuz olması yarın da varlığını sürdürecek olan bu düşüncelere karşı gözümüzü dört açmalıyız. İçte ve dışta olup bitenin farkında olmalıyız.
Aslında Atatürk batılılaşma derken uygarlaşmayı kastetmiştir. Bunu yaparken de kendi ulusunun ulusal özelliklerini koruma kararlığını göstermiştir.
Atatürk ne yabancı sermayeye karşı olmuştur, ne de başka uluslarla işbirliğine. Ama vazgeçilmez koşulu ‘Eşitlik ilkesidir.’
Yabancı sermayeye evet, ulusal çıkarların ve bağımsızlığın yara almaması koşuluyla.
Bir kez daha yineleyeyim. Batı’nın sevmemesine, hatta batıya karşın ‘Kemalizm’ bir uygarlaşma hareketidir.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE BATI
1922 yılının Şubat ayında, Mustafa Kemal Avrupa’ya bir heyet göndermeye karar verir. Amaç Londra, Paris ve Roma’ya Türk görüşünü anlatmaktı.
Padişahın ajanları, heyet üyelerinden Kâtip Kemal Bey’in evine gizlice girerler. Gizli belgelerin fotoğraflarını çekerler. Ve Padişah Vahdettin de bu belgeleri 6 Mart 1922 tarihinde, mabeyincisi ile İngiliz Yüksek Komiserliği’ne gönderir. Padişahın bu vatanseverliği(!) üzerine de, İngiliz yüzbaşı Armstrong şöyle bir rapor yayınlar; “Padişahın lehinde bulunmak bize göre en sağlam siyasettir. Her emrimizi yerine getirmeye hazırdır.”
Yine bu sıralarda Padişah Vahdettin’in güdümündeki İslam Teâli (Yüceltme) Cemiyeti’nin bildirilerinde şöyle deniyordu: “Yunan ordusunun, halifenin ordusu sayılması gerekir. Asıl kafaları koparılacak mahlûklar Ankara’dadır. Kim ki milliyetçilerle birlikte Yunan’a karşı gelirse, şeran kâfirdir…”
Bu arada Vahdettin’in Adliye Nâzırı Ali Rüştü ise, “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” istiyordu.
Bütün bunlar cereyan ederken, Mustafa Kemal bir yandan da en yakın arkadaşlarının ürkekliği, çekingenliği ile mandacılarla, savaş açtığı çetecilerle, şeriatçılarla, hilafetçilerle vb. uğraşmak zorundaydı.
(Not: Bu konuda geniş bilgi sahibi olmak için, baştan sona Mustafa Kemal’in yanında olan gazeteci Fatih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabını ilgilenenlere öneririm.)
Şükürler olsun ki O, tüm bu olumsuzlukların üstesinden gelmeyi başardı. Çünkü M. Kemal halkına güvenen, ‘ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR.” diyen bir dehâ idi. Bunun içindir ki zamanın başbakanı, kendi parlamentosunun önünde, çaresiz bir itirafta bulunur; “BÖYLE BİR DAHİ ANCAK YÜZYILDA BİR ÇIKAR. O DA BİZE RASTLADI.”
Batı, Atatürk devrimlerinin Atatürk’ten sonra yaşayacağına inanmıyordu. Tek engel ortadan kalkınca devrim çökecek ve batı Lozan’da verdiklerini geri alacaktı. Batının en büyük umudu da Türkiye’deki gerici güçlerdi. Yani Atatürk’ü ölümünden sonra bizzat kendi milletinin reddetmesiydi.
Batı Atatürk’ü hiçbir zaman istemedi. Çünkü kendilerinin çıkarlarına ters düşüyordu. Ancak, bükemediği bileği öpmek zorunda kaldılar.