Canan Ekinci Yılmaz’ın Kaleminden
Zaman zaman kendime şikâyet eden, yakınan, kötülüğü çoğaltan, olumsuzluk yayan yazılar yazmayacağımın sözünü veriyorum. Lakin tutamıyorum. Sanki yazınca her şey düzeliyormuş gibi yıllardır gidişat üzerine yazmadığım konu kalmadı.
Yaşanan kötülükler yılan misali boğazıma dolanık yaşıyorum. O sıktıkça sıkıyor, ben kültür-sanatla, kitapla, resimle, hobilerle, arkadaş buluşmaları, dost sohbetleriyle, beni besleyen toplantılarla nefes almaya çalışıyorum.
Ekonomi malum, onu artık yazmıyorum.
Eğitimde müfredat bilimden hızla uzaklaşıp, hızla soyut kavramlarla dolduruluyor. Sanki doğar doğmaz öteki dünyaya geçeceğiz.
Tebliğciler kendilerini peygamber yerine koymuş, gelene geçene tebliğde bulunuyor. Sanki millet dini imanı sokaklarda dolaşan tebliğcilerden öğrenecek.
Tasarruf tedbirleri denen uygulama elini cebimizden donumuza uzatmış. Sanki bizim mor sümbüllü bağımız var da, zemheri ayında gül istiyorlar bizden.
Mafyatik ilişkiler, mafyatik hesaplaşmalar, mafyatik düğünler, mafyatik halaylar, durduk yerde insan boğazlamalar, hepsi birer cinayet olan kazalar, hepsi birer cinayet olan intiharlar…
Balıkesir’de pırıl pırıl bir üniversite öğrencisi olan motokurye Ata Emre, “mermi gibi” yetiştirilen bir genç tarafından defalarca bıçaklanarak öldürüldü.
İstanbul’da gencecik bir adam olan Oğuz Murat Acı, kaza sonrası annesi Eylem Tok tarafından yurtdışına kaçırılan bir çocuğun ve o çocuğu yetiştiremeyen ailesinin sorumsuzluğunun sebep olduğu kazada, göz göre göre öldü.
Sinan Ateş cinayeti davası polislerin kendi aralarındaki davaya döndü.
Ayhan Bora Kaplan davası deseniz, Matruşka misali, açtıkça içinde başka bir Matruşka karakter çıkıyor. Dava üzerine çalışan gazeteci Timur Soykan’ın BirGün’de yazdığı Ayhan Bora Kaplan olayında 20 skandal yazısını okudukça insanın kalbi sıkışıyor.
Havala kitabının yazarı olan Gazeteci Murat Ağırel, Timur Soykan ile birlikte Fatih Altaylı’nın kanalında Havala sistemini ve baron istilasını anlatıyor. Onları dinleyen pek çok kişi, “mafya ülkeyi ele geçirmiş de bizim haberimiz yok” diyor.
Bu konuları Uğur Mumcu’dan bugüne birçok gazeteci yazarken okumadınız mı, yazanların çoğu öldürüldü anlamadınız mı, Sedat Peker her şeyi saati saatine şakır şakır anlatırken dinlemediniz mi? Şimdi haberimiz yok diyerek şaşırmayın.
Benim şaşırmam, yaptırım gücü olanların bir şey yapmamasına, bu kadar ifşaya rağmen yaprak kımıldamamasınaydı. Onun da sebebi son olaylarda ortaya çıktı. Meğer amirinden memuruna, hukukçusundan gugukçusuna kim varsa işin içindeymiş. İpi buradan bir çekiyorsun, hepsi çorap söküğü misali patır patır dökülüyor. Anladığımız üzere, haksız güç elde eden kişiler ellerindeki karanlık gücü paylaşamıyor.
Bay Yanlışlar
Yanlış hesap Bağdat’tan döner derler. Yalan hızlı koşar, ancak hakikat eninde sonunda yalanı geçer derler. Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır derler. Yalan yalanı, kötülük daha büyük kötülüğü doğurur. Kötü, kendisine en büyük kötülüğün diğer kötüden geleceğini bilir. Kötünün iyisi olmaz. Kötülükle sahip olunan bir şeyden hayır gelmez.
Zenginlik; sahip olmak değil, kıymet bilmektir. Fakirlik zengin olmayı bilmemektir. Eziklik fakirliğin göstergesidir. Gösteriş ezikliğin dışa vurumudur. Şiddet zayıflığın, kötülük ilgisizliğin sonucudur. Kişi kendi çöplüğünde ağalık yaparken, medeni dünyada güç sahibi olamamanın hırsını yaşar.
Al Capone’dan Escobar’a
Kolombiyalı uyuşturucu lordu, suçlu, terörist ve Medellín Karteli’nin kurucusu Escobar, (1949–1993) sayılamayacak kadar çok para edindikten sonra geçmişini sildirmek, politikacı olmak ve itibar kazanmak istemişti. Ki “Escobar, büyük paralar harcayarak 1982 yılında milletvekili seçilmeyi başardı. Ancak Kolombiya kabinesinde dönemin Adalet Bakanı, Pablo’nun kirli işlerini mecliste açıklamaya başlayınca istifa etmek zorunda kaldı.”
Tarihin en büyük ve ünlü mafya liderlerinden biri olan İtalyan asıllı Amerikalı mafya lideri Al Capone (1899–1947), “Çocukken her akşam yatmadan önce ve aklıma geldiği her an Tanrı’ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı’nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim, kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı’ya günahlarımı affetmesi için dua ettim.” diyordu.
Escobar doğmadan ölen Capone, Escobar gibi milletvekili olmaya çalışmamış, gücü olan adamları satın almıştı.
Capone’nun sonu tutuklanmak ve hastalık sebebiyle ölmek, Escobar’ın sonu askerler tarafından öldürülmek oldu.
İkisi de yaptıkları yardımlarla kendi mahallelerinin kahramanlarıydı, ancak bu onlara yetmiyor, karşı mahallenin alkışını da istiyorlardı. Attıkları taş ürküttükleri kuşa değmedi. Kazandıkları para onlara itibar değil, felaket getirdi.
İşte burada hükümet politikalarının yanlışlığı, siyaseten güçlü olanların açgözlülüğü ve işbilmezliği, yanı başlarında büyüyen kitlenin görmezden gelinmesi, eğitime önem verilmemesi, hatta menfi yön verilmesi, halkın fakirleştirilmesi, birkaç şahsın ultra zenginleşmesi, insanlar arasındaki uçurumun gittikçe keskinleşmesi, ümitsiz insanların çareyi arka sokaklarda araması, arka sokaklarda yaşayan vampirlerin kucağına düşmesi, oralarda yaşamanın yolunun kanı emilen değil kan emen olmak olduğunu anlaması…
Ve dahası…