Mustafa Arı
Cehalet bilgi ve görgüden yoksun anlamına gelmektedir. Cehalet, insan için kusur ve tehlikelerden biri olarak gösterilir.
İslam bilginleri cehaletin kötülüğü ve ilmin değeri üzerinde ısrarla durmuşlardır. Müslümanlık cehaleti ve cahilliği kabul etmez. Kur’an-ı Kerim’de: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi:9) “Cahillerden yüz çevir” (Araf Suresi:199) “İnkârcılar onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.” (Zariyat suresi: 11)
İslam’ın ilk emri oku diye başlar. İlim sahipleri takdir edilirken, cahil kişiler daima aşağılanmıştır.
Cahillerin 3 alameti vardır: 1- Dinlemeden yanıtlarlar. 2- Anlamadıkları halde karşı çıkarlar. 3- Bilmedikleri şey hakkında hüküm verirler. Şunu da iyi bilmek gerekir ki: Müslümanlar cahil olunca dinden çıkar. Hıristiyanlar ise alim olunca dinden çıkar. Arif’le oturan Arif kalkar. Cahil ile oturan cahil kalkar.
Alim bazı şeyleri bilir, cahil her şeyi…
Mevlana demiştir ki: “Cahille girme münakaşaya ya sinirini zıplatır tavana ya da yazık olur adabına…”
Cahil ile iletişime geçmek doğru değil, sizin sinirlerinizi hoplatır, yapmanız gereken şey susmaktır. Evet cahilin yanında sessiz olmalı. Söylenen her söze körü körüne inanmak cahilin en büyük sebeplerindendir. Duyduğunu araştırmadan olduğu gibi kabul etmek sorgulamamak şu an yaşanan sosyal medya kirliliği bunun en güzel örneğidir.
Şair Nabi Ne güzel söylemiş: Etme âr öğren oku elinden / Her şeyin ilmi güzel cehlinden. Yani okumak ve öğrenmekten sıkılma cahil (Cahil kalmaktan çok daha iyidir) demektedir.
Hz. İsa’ya ait bir söz olduğunu biliyorum: “Ben ölüleri dirilttim fakat cahilleri dinletemedim.”
Atatürk demiştir ki: “Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir, yoksa okumuş insanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”
Evet, cahile laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur. Deve hendeği nasıl sevmezse, cahil de söz dinlemeye ve anlamaya kapalıdır.
Allah kimseyi yanlışı savunacak kadar cahil, doğruyu inkar edecek kadar nankör yapmasın.
TEFEKKÜRE VARMI SINIZ?
Miladi takvime göre ömrümüzden bir yıl daha eksildi. Geride ne kadar zamanımız kaldı, bilmiyoruz; kaç dakika, kaç saat, kaç gün, kaç ay, kaç sene… Seferdeyiz, yürüyoruz gündüz gece… Bazen neşeli, bazen mahzun, bazen tedirgin… kimi zaman çok sağlıklı, kimi zaman acabalar, inişler, yokuşlar…
Kesin olan bir şey var; o da, gün geçtikçe farklılaşıyoruz, her sene biraz daha yaşlanıyoruz.
Buna mukabil; bitmez tükenmez arzu, istek ve emellerimiz…
Nereye çıkar bu yolun sonu? Bu yol bizi hangi iskeleye yanaştırır? Yanaştığımız iskele bizim için sahili selamet mi olacak, yoksa afet durağı mı?
Rabbimiz muhtelif ayetlerde: “Bu dünya oyun – eğlenceden ibarettir” buyuruyor.
Oyunu, eğlenceyi, vur patlasın, çal oynasın şeklindeki sakat anlayışımızdan olsa gerek ki, çalana oynar, ağlayana güler olduk.
Halbuki buradaki oyun eğlenceden kasıt, bir mola, dinlenme veya çocukların bir oyuna dalıp aldandıkları zamanı ifade eder. Dolayısıyla hayatın kısalığından, farkına varmadan tükenivereceğinden kinayedir.
İşte, kocaman bir yıl gelip geçiverdi; acılarıyla, ızdıraplarıyla, hastalıklarıyla, virüsüyle… Ve nihayet sevdiklerimizi bir bir bizden koparıp götürmesiyle, 365 gün göz açıp kapayınca avucumuzun içinden kayıp gitti.
Günler, aylar kayıp gidiyor da biz kalıcı mıyız? Elbette hayır!
Şair haklı olarak der ki: “Gelenler hep sefer eyler muhakkak darı ukbaya.”
Girdiğimiz yol, mecburi istikamet; dönüşü, sapması olmayan. İçinde bulunduğumuz aracın menzili, sadece ve sadece ahiret.
İyi bir muhasebe gerekmez mi? فأين تذهبون
Bu gidiş nereye diye bir soru anlamlı değil mi?
Yoksa bizim için varsa yoksa eğlence mi, hem de en çılgınından, veya gerçeklerden kaçış mı? Kaçış nereye kadar?
Acı bir yıl yaşadık, hala daha yaşıyoruz. Bir çok sevdiğimizi kaybettik. Kendi akibetimiz meçhul.
Nerede, ne zaman geleceği belli olmayan bir musibetle karşı karşıyayız; kendimiz, arkadaşımız, sevdiklerimiz…
Eğlenceye değil, tefekküre ihtiyacımız var. İçkiyle aklımızı kaybetmeye değil, aklı selime muhtacız.
Devletimiz, doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız adeta yalvarıyor: tedbir, tedbir diye.
Ekonomik kayba mı yanalım, kaybettiklerimize mi yanalım, sarf edilen emeğe mi, yoksa sorumsuzluklara mı?
Dostlarım! Günler, aylar, seneler Allah’ındır. Biz de rabbimiz Allah’a aidiz. Mevla’mızın mülkünde biz, sadece ve sadece ona itaat eder, yalnızca onu memnun etmek için gayret ederiz.
Müslüman’ın oyunu da, eğlencesi de bundan ibarettir. Öyle ise gelin bir karar alalım; her akşam olduğu gibi bu akşam da: Evimizde, çoluk çocuğumuzla güzel bir hasbihal edelim.
Ömrümüzden geriye kalan günlerimiz, aylarımız, yıllarımız bize; sağlık, afiyet, huzur ve bereket getirsin.