İsmail Hakkı Özsarı
Babası oğluna sürekli tutumluluğu öğütlüyormuş. Bu arada da oğlunun müsrifliğini sürekli gündeme getirerek, “Oğlum sen böyle çok harcamalar yaparsan, hiçbir zaman adam olamazsın” dermiş.
Çocuk ne yapsa, nasıl yapsa nafile. Babasına bir türlü yaranamıyor. Bir gün kendisine göre çok özenli bir iş yapmış. Akşam eve geldiğinde “Baba biliyor musun bugün 150 kuruş kazandım” demiş.
Babası, “Nasıl başardın?”
Oğlu, “Trafikte bir belediye otobüsüne binmeyip arkasından yürüyerek geldim. Böylece 150 kuruş cebime kaldı.”
Babası yine memnun değil; “Bak oğlum ben sana sen adam olamazsın demiyorum mu? Yine yanlış yapmışsın”
Oğlu, “Ne yapacaktım baba?”
Babası, “Taksinin peşinden koşup 15 lira kazanacaktın.”
Eh böylesine pes doğrusu. Cimriliğin üst sınırı yok demek ki! Anmadan geçemeyeceğim. Rahmetli oldu. Allah nur içinde yatırsın. N. Amcam vardı. Cimriliği yüzünden eşleri onu terk etti. Köyün kahvesini çalıştırıyordu. O zamanlar siyah beyaz televizyonlar yeni çıkmıştı. Köyde tek televizyon kahvehanede. Herkes TV karşısında. Kahvede çıt çıkmıyor. Haberler biter bitmez kapatırdı. Gerekçesi elektrik harcanmasın. Köyümüze şehrin pazar olduğu gün minibüs gelir, rahmetli para vermemek için minibüse binmezdi. Ayrıca kasabaya giderken ekmeğini de torbasına koyar giderdi. Bir gün tatilde köydeyim. Kahvenin önünde oturuyorum. “Amcamoğlu biraz gelir misin?” diye beni evine çağırdı.
Gittiğimde gördüğüm manzara karşısında üzüleyim mi, sevineyim mi şaşırdım kaldım. Zira kendisinin cimriliğinden bıkmıştık. Yatağın içindeki biriktirip sakladığı tüm kağıt paraları fareler didik didik etmişlerdi.
Rahmetlinin enflasyona falan aklı ermez, bu nedenle de parasını bankaya yatırmazdı. Çünkü ona göre para dediğin yastık altında olmalıydı. Paralarını bankaya yatırdığında bankada paraları bir daha kendisine geri vermezse ne yapardı?
Sevgili okurlarım o cimrilik, hasislik, pintilik hiç de iyi olmayan bir vasıftır. Dinimizde cimrilikten kaçınmamız sürekli öğütlenmiştir. “Veren elin, alan elden üstün” olduğu söylenmiştir.
Cimrilik kötü de müsriflik iyi mi? O daha kötü. Tabii ki herkes kendi gelir düzeyine göre harcama yapacaktır. Ancak siz ne kadar zengin olursanız olun, 40 takım elbiseniz, 100 tane gömleğiniz, 50 çift ayakkabınız varsa müsrif sayılırsınız. O sahip olduklarında başkalarının da hakkı vardır.
Ne yazık ki ülkemiz bu konuda hiç de iyi değil. Tatil beldelerinde lüks otellere gidin bir görün. Açık büfe tabir ediliyor. Kuş sütü eksik. Yiyeceklerin belki yarısı tüketilebiliyor. Diğer yarısı olduğu gibi çöpe. Üstelik halkımızın yarısından çoğu açlık çekerken, bir parça yiyecek için sabahın erken saatlerinde çöp kutularını, akşamın geç saatleri Pazaryeri artıklarını karıştırırken…
Yine bizim dinimizde “İsraf haramdır” buyrulmuştur.
Hadi gelin bugünden tezi yok müsriflikle cimriliği birbirine karıştırmadan tutumlu olmaya başlayalım ve çevremizi de bu konuda örnek davranışlar göstererek eğitmeye çalışalım.
HANGİ HAYATI YAŞAMAYI TERCİH EDERDİNİZ?
Amerikalı bir iş adamı Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasında iskeleye oturmuş denizi seyretmektedir. Bu sırada bir balıkçı teknesi kıyıya yaklaşır. Teknenin içinde bir balıkçı ile birkaç tane de ton balığı vardır. Amerikalı, balıkların kalitesini övdükten sonra bu balıkları tutmanın ne kadar sürdüğünü sorar.
Meksikalı, “Çok az sürdü.” diye yanıtlar.
Bunun üzerine Amerikalı, “O zaman niçin denizde daha uzun kalıp daha fazla balık tutmuyorsun? ” diye sorar. “Peki geriye kalan zamanda ne yapıyorsun?” diye sorularını sürdürür.
Balıkçı ailesinin ihtiyacı kadar balık tuttuğunu anlatmaya çalışır. Amerikalı sormaya devam eder “Peki geriye kalan zamanlarda ne yapıyorsun?”
Balıkçı yanıtlar: “Geç yatarım. Çocuklarımla oynarım. Karım Maria ile öğle uykusuna yatarım. Her akşam kasabanın merkezine inerim. Dostlarımla şarap içerim. Biraz gitar çalarım. Dolu ve meşgul bir hayatım var bayım.”
Amerikalı balıkçıyı alaylı bir tavırla süzdükten sonra konuşmaya başlar; “Harvard’dan derecem var. Sana yardımda bulunabilirim. Bunun için balık tutmaya zaman ayırmalısın. Kazandıklarınla daha büyük bir tekne almalısın. Bu büyük tekneyle kazanacağın paralarla, daha başka tekneler alabilirsin. Böylece bir balıkçı filosu kurabilirsin.”
Balıkçının dikkatle dinlediğini gören Amerikalı, konuşmasını tam gaz sürdürür; “Tuttuğun balıkları bir aracıya satacağına doğrudan onları işleyenlere satarsın. Sonunda kendi fabrikanı açarsın sonra da bu küçük kasabadan ayrılır önce Mexico City’e ardından Los Angeles’e oradan da Newyork’a taşınıp kendine ait bir firma açıp onun başına geçersin.”
Balıkçı sorar “Peki bayım tüm bunlar ne kadar sürede olur?”
“15 veya 20 yıl.” diye yanıtlar Amerikalı.
Balıkçı sorar, “Sonra ne olacak bayım?”
Amerikalı gülerek konuşmaya başlar; “Hikayenin en güzel kısmı da bu ya.” der ve konuşmasını sürdürür; “Zamanı geldiğinde şirket hisselerini halka satar, milyon dolarların olur. Çok zengin olursun.”
Balıkçı “Sonra ne olacak bayım?” dedikten sonra Amerikalı yanıtlar, “Sonra emekli olursun. Geç yatacağın, akşamları bir şarap evinde, dostlarınla şarap yudumlayacağın, gitar çalacağın, küçük bir sahil kasabasına taşınırsın.”
Hayatın, yaşayanın algısına göre nasıl değerlendirildiğine dair ne güzel bir öykü değil mi?