Mustafa Arı
Güzel günlerdi o günler, yalnız sobanın sıcaklığı değil, dostların sıcaklığı, samimiyetlerin sıcaklığı, ahde vefanın sıcaklığı, velhasılı kelam her şey çok sıcak ve samimi idi. 60’lı 70’li yıllardan bahsediyorum.
Gazetelerden kupon biriktirilerek sahip olduğumuz Temel Britannica, Meydan Larousse gibi merak ettiklerimizi öğrenmeye çalışan ansiklopedi çocuklarıydık biz.
Karnemize zayıf düşürdüğümüzde, ailemize bunu nasıl izah edeceğiz diye yüzü kızaran çocuklardık biz. Ahizeli telefonlara kimin aradığını bilmeden, herkesten önce ilk alo diyebilmek için koşan telaşlı çocuklardık biz.
Siyah beyaz televizyonlar ile gördüklerimizin rengini hayal eden, yayın bitince okunan İstiklal Marşımızı duyduğumuz anda yattığımız yerden ayağa kalkıp saygı duruşu yapan onurlu çocuklardık biz. Kışın soğuklarında pekmez ile tahini karıp yiyen, üşümemek için içimize yünlü içlik giyen garip çocuklardık biz.
Bayramlarda büyüklerin ellerini öpen teyzelerin verdiği mendilleri, harçlık veren amcaları, dedeleri özleyen, kazandığımız paraları, çarpışan otolara binerek harcayan çocuklardık biz. Çikolatanın tadını bayramdan bayrama bilen, pötibör bisküvi arasına sade lokumu bastırıp pasta niyetine afiyetle yiyen mutlu çocuklardık biz.
Belediye otobüslerinde hamile, yaşlı teyze ve amcaları gördüğümüzde yerimizi onlara vermek için ayağa kalkan merhametli çocuklardık biz. Ya şimdi?
Komşunun bahçesinde meyve ağaçlarına gizlice çıkan, dalından meyve yemenin zevkini çıkartan ama yaptığıyla da utanan, içinde Allah korkusu olan çocuklardık biz. Sütü mahallenin sütçüsünü elimizde tencerelerle bekleyen, sonra o sütü kaynatıp üzerindeki kaymağı afiyetle yiyen, komşudan aldığımız maya ile o sütün yoğurt olmasını bekleyen sabırlı çocuklardık biz.
Mahallemizde arkadaşlarla toplaşıp lastik ayakkabılarla top oynar, küfür etmeyi bilmeyen centilmen çocuklardık biz. Uzaktan kumandalı televizyonla ilk tanışmamızda oturduğumuz yerden sadece 3-5 kanalı değiştirebildiğimiz halde mutlu olan mütevazı çocuklardık biz.
Sokaklarda çok oyuna dalıp akşam ezanı okundu mu dayak yememek için evlere koşan çocuklardık biz. Bizden bir yaş dahi büyüklerimize abi, abla diyecek kadar saygılı olan çocuklardık biz.
Evde çorba diye sadece tarhana ve mercimek çorbası içen, lokantaya gidemeyen masum çocuklardık biz. Mahallemizden geçen macuncu, simitçi, pamuk ve elma şeker satıcılarını gördüğümüzde heyecanlanan yokluğu bilen çocuklardık biz.
Siyah önlükleri, beyaz yakaları olan, sabahları okulda Andımızı bağıra bağıra söyleyen vatansever çocuklardık biz.
Daha sizlere ne söyleyeyim!
Bizlerin o tatlı ve telaşlı heyecanlarından şimdi ne kaldı? Aslında bizler o yıllarda çok mutluyduk. İşte biz böyleydik, şimdiki çocuklara duyurulur…
ESKİYE RAĞBET
Nerede o eski günler dediğimiz günleri arıyoruz. Eskiden ziyaretler habersiz yapılır, hoşça vakit geçirilirdi. Eskiden yokluk vardı ama huzur vardı, büyüğe saygı, küçüğe sevgi vardı. İnsanlar birbirinden uzaklaştıkça dertler, sıkıntılar artmaktadır.
Geleceğe ilişkin kaygılarımız artıyor. Ne hatır, ne dostluk, ne komşuluk kaldı. Kaplumbağa gibi kabuğumuza çekildik. Eski tarihi yapılar depremde taş gibi sağlam. Maşallah. Yeni yapılar depremlerde yere çöküyor.
Nerede o eski cemiyet, hani konu-komşu? Her şey para olmuş, hayat ekonomik koşu…
Samimiyet yok, her yerde ikiyüzlü tavır. Doğru söze hasret kaldık, kıvır ha kıvır. Ahireti unuttuk, işimiz gücümüz ıvır zıvır. Öyle bir karıştırılıyor ki doğruyla eğri! Devir, “ciğerin kediye teslim” devri.
Yazdıkça hatırladım. Hatırladıkça yazdım. Bilirim söz uçar yazı kalır. Gerçi uçan söz de kaybolmaz, levh-i mahfuzdaki yerini bulur. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Yalancıyı da adam yerine koyarlar. Bal tutan parmağını yalar. Emanet falan dinlemez çalar. Üzüm, üzüme baka baka kararmıyor artık.
Sanal dünya, sosyal medyayla toptan battık. Kimse geçmişini, tarihini ve ecdadını bilmeden ve anlamadan ilerlemeyi sağlayamaz ve gelişmeyi yakalayamaz. Gençlerimizde sağlam bir tarih şuuru ve geleceğe güvenle bakacak bir tarih bilgisi oluşturmalıyız.
İnsan dediğin nedir ki, bir kuş misali. Kah sevinçli, kah hüzünlüdür ahvali. Garip geldin, garip gidiyorsun. Zahmetimiz geçmiş, ibadetlerimiz bugün, rahmetimiz gelecek. Hatalarımız geçmiş, dönüşümüz bugün, cennetimiz gelecek. Vesselam.
Ahirette kolay geçsin, hesabın, sorgun. Kendimize gelelim. Ruhumuza ilgi gösterelim. Vesselam.
Heyhat! Dediler ki, her koyun kendi bacağından asılır. Zararın neresinden dönersen elbette kardır. Öğütlerde aklını kullanırsan hayırlar vardır. Toplumsal görevlerimizi yapmazsak yer yerinden sarsılır. Vesselam.