Dündar Özseçen
Zaman akıp gidiyor. İnsanoğlunun durduramadığı tek şey zaman olsa gerek. Avuçlarımızın içinden ömürler tükenip gidiyor farkında olmadan. Bir gün, bir ay ve bir yıl günübirlik bir yaşamın peşine takılıp gidiyor hayatlar. Zamanı dolanlar göçüyor, aramızdan ayrılıyorlar ve onlara üzülüp ağıtlar yakıyoruz. Ama daha sonra yine güncel hayat başlıyor, hır gür çekişmeler devam ediyor. Yaşam dediğin ne ki; doğmak, büyümek ve ölmek…
Kendimizi ispatlamayla başladığımız ancak hiçbir şeyi doğru dürüst çözüme kavuşturamadan çekip gittiğimiz ve hiçbir şeyi asla kendi düşündüğümüz hayal dünyamızda kurguladığımız düzeye getiremediğimiz bir hayattan bahsediyorum. Tam dünya istediğimiz yere geldi dediğimizde başka sorunlar yumağı içinde kendimizi buluveriyoruz. Umut ve beklentilerimizin başka bahara kalmasının mücadelesini yaşayıp duruyoruz. Sonra başka umutlar, başka hayallerin peşine takılıp gidiyoruz.
Gündüz gece, ince uzun bir yolda Allah’a sığınıyoruz. Çoğu kez teslim olarak inancımız gereği sığınacak başka bir liman da yok zaten Allah’tan başka! İnsanoğlunun kendi ürettiği kurallar, zincirinden kurtulmaya, kendi iç dünyasında yaşama fırsatını tanımıyor ki! Bu dayatmalar gerek ekonomik, gerek sosyal cendereler maalesef kemiklerimizi kırarak sıkıyor benliğimizi ve ruhumuzu… Oysaki aradığımız tek şey mutlu huzurlu olmak.
Bu gelip geçici dünya, büyük devasa hedefler ve istikametler sürüyor önümüze. Birine ulaştım derken bir başkası çıkıyor karşımıza, sonu yok bu maratonun. Bitmez tükenmez bir koşuşturma aslında, ancak pek farkına varamıyoruz. Bu vücut bir robot, bir makine, bir motor değil. Bu vahşi kullanma ile nereye kadar gidecek. Ve bünyemiz bir gün; “ben artık senin bana dayattığın bu yaşam biçimini kaldıramıyorum” diyerek isyan edecek. İşte o zaman ne hayaller, ne umutlar, ne de gelecek kalacak.
Yolun sonunun geldiğinin, hayatın bittiğinin farkına vardığımızda ne hiç durmadan peşinde koştuğumuz yarınlar, ne de güç elde etmek için çalışıp kazanma uğruna her değeri heba ettiğimiz paranın, pulun ve malın bir değeri kalacak. Belki başarabilmişsek eğer iyi insanlığımız ve kadirşinaslığımızla anılacak bir ismimiz olacak. Ne malımız, ne makamımız kalacak geride…
İyi bir insan, iyi bir dost, iyi bir arkadaş, vatana millete faydalı biri olarak tamamlayabilirsek bu ömrü, işte elimizde avucumuzda bize kalan sadece bu olacak. İnsanoğlu dikkatli olmalı! Bu kısacık ömrü, gerçekleşmesi asla mümkün olmayacak hayallerin ve umutların peşinden giderken kendisinin etten ve kemikten meydana geldiğini asla unutmamalı! Çünkü bu hayat insanın her isteklerinin gerçekleşmesine imkan verecek, bunları karşılayacak kadar uzun değil.
Rabbim insana bu kadar ömür vermiş. Önemli olan sağlıklı, huzurlu bir yaşam, barış, kardeşlik içinde kavgasız, dövüşsüz, savaşsız bir hayat sürmenin yollarını aramalıyız. Belki o zaman bütün insanlık huzur ve mutluluk bulacaktır. Tüm bu egolardan kurtulunca geride ne kaldı ki yitip gidenlerden… Birkaç fotoğraf, bir de duvarda asılı büyük resim.
Sevgi ve saygılarımla…