İsmail Hakkı Özsarı
Bebekken kimse ses çıkarmaz ağlamasına. Ağlamasına neden olabilecek olaylar; tek tek gözden geçirilip, bertaraf edilir. Altı değiştirilir. Gazı çıkarılır. Rahatlatıp, ağlaması durdurulur.
Arkadan gelen ilk adım atmalar ve yere düşüp ağlamalar. Yine ses çıkarılmaz ağlamasına. Düştüğü yeri dövmelerle, uf olmuşlarla geçiştirilir.
Sonra birden ağlaması yasaklanır. “Sus artık. Erkek adam ağlamaz, baban ağlıyor mu?”
Okula başladığında karşı cinslerinin canı yandığında ağladığına tanık olur. Kötü eğitim almış çocukların küfürleriyle tanışır.
Büyüdükçe kadını tanımlayan, tanımladıkça da aşağılayan söylemlerle tanışır.
“Karı gibi ağlama, kız gibi gülme. vs…”
Bu eğitim tarzı ile yetiştirilen çocuğun, zamanla erkek olmanın yükü iyice biner omuzlarına.
En kötü olaylar karşısında bile kendini tutmayı, ağlamamayı öğrenir. Arada bir gözünden yaşlar damlasa, hemen diğer erkek arkadaşları koşar teselliye. Ağlamaması yönünde ellerinden geleni yaparlar.
Oysa ağlamak ne kadar insanca bir duygudur. Doya doya ağladığınızda, rahatladığınızı hissedeceksiniz. Ağlamaktan korkmak, utanmak ve bu nedenle de ağlayamamak ne büyük kayıptır erkekler için.
Baba mısınız? Gerekiyorsa ağlayın. Çocuklarınızın gözünde küçük düşmezsiniz. Evli misiniz, yoksa sevgiliniz mi var? Korkmayın, gözyaşlarınızı tutmaya çalışmayın, sizi güçsüz olarak görmez beraber olduğunuz kadın.
Haydi erkekler, hep beraber bu tabuyu yıkalım. Ağlama hakkını, hem kendimize hem de tüm erkeklere tanıyalım.
Erkek ağladığında onu zayıf olarak görmekten vazgeçelim ve uzun ömürlü olalım.
GÜÇLÜ İNSAN OLMAK
“Servetimizin gerçek ölçüsü, onu kaybettiğimizde geriye kalan değerlerimizdir.” (Anonim)
Çoğu insan, güçlü olmayı; para, mal, mülk sahibi olmaya eşit koşar. Gerçekten de zenginlik arttıkça güç de artar mı acaba?
Güçlü olmak ne demek? Eğer bir insan mutluysa, kendine güveni tam ise, kendisi ve çevresiyle barış içindeyse, karşılaştığı tüm zorlukları aşabileceğine inanıyorsa, güçlü insan kabul edilir.
Zenginlik; mutluluğu getirseydi, tüm zenginler mutlu olurdu. Oysa araştırmalar hiç de öyle olmadığını gösteriyor. Malınız, mülkünüz ne kadar çok ise kaybetme korkunuz da o kadar çoktur.
Şimdi size bir soru: bir evi olan mı depremden daha çok korkar yoksa yirmi evi olan mı? Loe Buscaglia şöyle der: “İnsan ne kadar çok şeye sahipse, o kadar çok esir olmuştur.”
Gücü sadece ekonomiye indirgemek ve bu alanda sivrilerek, diğer kişilik gelişimlerini ihmal etmek; insanı rekabet ortamına, sen-ben kavgasına ve sürekli huzursuzluğa iter.
Yaşamına kuşku ve korkular hâkim olan insan; mutlu da olamaz güçlü de olamaz. Böyle bir insanı; dünyanın en güçlü orduları bile korusa, gene de huzursuzdur.
Unutmamak gerekir ki; en büyük güç kendine hâkimiyettir. Böyle insanlar, ben yapabilirim, başarabilirim duygusuna sahiptir. Çevrelerine daima pozitif enerji yayarlar. Onlarla beraber olduğunuzda, dertlerinizi tasalarınızı unutursunuz. Adeta “derdalan” şarabı gibidirler.
Hayatında düşmeyen insan yok gibidir. Ama kalkmasını beceremeyen insanlar vardır. Güçlüler daima kalkmasını becerirler.
Bıçak ne kadar çekiç yerse o kadar keskinleşir. İnsanlar da böyledir. Ne kadar çok felaket yaşarlarsa, bilgelikleri ve dayanıklılıkları o kadar artar.
Maldan-mülkten daha önemli olan; kaybolmayan değerlerle donanımlı olmaktır. Bu değerler: insan sevgisi, doğa sevgisi, güzel sanatlardan zevk alma…
Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki; ömür denilen “çek”in -bir gün mutlaka-tükeneceğinin farkında olmalıyız. Anı yaşamalıyız. Hayatımızdan keşkeleri çıkarmalıyız. Çünkü dökülen sütün arkasından ah vah etmek işe yaramaz.
Ne mutlu sevgisini kaybetmeyip, yaşadığı hayattan zevk alanlara…