İsmail Hakkı Özsarı
İşte tam bu sırada Tanrı’nın Yüce Türk milletine bir armağanı olan Mustafa Kemal çıkıyor ortaya. Bir dönem başlatıyor. Biz buna Kuvay-i Milliye dönemi diyoruz. Yani ulusal güçlerin kenetlendiği, yumrukların sıkıldığı, Anadolu insanının kol kola girdiği bir dönem. Bu dönemde Samsun’dan başlayıp İzmir’de son bulan bir destan yazıyor Anadolu halkı Atası’nın önderliğinde. İstanbul’da 16 Mayıs 1919’da tüm hazırlıklarını yapan Mustafa Kemal, kaptana şöyle seslenir: “Hadi kaptan demir almak zamanı tamam, yolumuz açık ola rotamız kısa olsun. Düşman bu belli olmaz. Süre işliyor sabırsızım.”
Tez ulaşılır Samsun’a. Samsun’un cana yakın insanları bekler Paşa’sını. Ve Paşa seslenir halkına: “Yılgınlık yok. Bütün dünya karşı da çıksa, korkmayın başaracağız. Çünkü haklıyız.” Tez ulaşılır havza üzerinden Amasya’ya. Buradan savaşın galipleri, güçlü sömürgecilere karşı başkaldırmasını haykırır. “Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kararı ve direnişi kurtaracaktır.”
Bu sesi duyan emperyalistler, Mustafa Kemal’i bertaraf etmek için her türlü yola başvururlar. Zamanın hükümetinden yakalatıp tekrar İstanbul’a getirilmesini isterler. Casuslar aracılığıyla isyanlar çıkarttılar. Ancak süreyi ve şartları çok iyi değerlendiren o eşsiz deha, büyük önder Anadolu devrimini adeta bir köşe taşı gibi oturtup başlar üzerinde bir ipek böceği titizliğiyle devrim halkalarını birer birer örmeye. Kozasını tamamlayıp, halkını esenliğe kavuşturunca emanetini Anadolu’nun bağrında yetişen gençliğe bıraktı.
Ve onlara şöyle seslenir: “Türk genci inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna ve doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılapları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, ‘bu memleketin polisi vardır, adliyesi vardır’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir ve kendi eserini koruyacaktır. “Polis gelecektir; genç polis henüz inkılap ve Cumhuriyet’in polisi değildir.” diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Gene düşünecek: “Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım” diyecek. Onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber, meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki: “Ben iman ve kanaatimin icabını yaptım müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmişsem bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmekte benim vazifemdir.” İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği.”
Sevgili gençler! Bu ülkenin aydın birikimi, bu birikime dayalı tarih bilinci, ulus bilinci, bağımsızlık arzusu, yurtseverlik duygusu her an yeniden parlayabilecek bir direniş kıvılcımını hazır tutmaktadır. Korkmayın. Atamız size nasıl güvendiyse biz de size öyle güveniyoruz. Güveniyor ve o yüce insana layık olmanızı bekliyoruz.
GENÇLİK AŞKLARI
Bir çoğumuzun gençlik aşkı vardır. Duygu dünyamızın bir köşesinde sakladığımız on sekiz, on dokuz yaşlarının duygusal pınarlarından süzülüp gelen bu aşklar bilinçaltımızın bir köşesinde daima saklıdır. Arada sırada gün yüzüne çıktığında “Adam sen de ikimizde çocuktuk” der geçersiniz. Ancak bazıları öyle izler bırakmıştır ki, anımsadığınızda gözleriniz dolar, o günlere dalıp gidersiniz.
Mesleğimin ilk yıllarındaydı. Benden yaklaşık yirmi yaş büyük şimdi rahmetle andığım bir ağabeyim anlatırdı. “Üniversite birinci sınıfta aynı fakülteden bir kıza aşık oldum. Birbirimizi öylesine sevdik ki, her zaman bir arada olur ve her şeyimizi paylaşırdık. Ne yazık ki sevgili büyüklerimizin marifetiyle (!) bu beraberliği mutlu sonlandıramadık. İnanır mısınız İstiklal Caddesi’nde her zaman buluştuğumuz kafenin önünde 25 yıl sonra bile geçerken hala içim yanıyor, gözlerim yaşarıyor. Kafamdaki her tel saç ayağa kalkıyor.”derdi.
Gençlik aşklarınız çoğu kez karşı komşunuzun kızı veya lisede bir alt sınıftaki kız arkadaşınız, ne bileyim her gün aynı otobüsle yolculuk ettiğiniz bir kızdır. Ya da köyünüzün kır çiçekleri kokulu ceylanıdır. Siz o zaman tığ gibi bir delikanlısınızdır. Sevdiğiniz kız da incecik bir fidan. Yıllar geçmiştir. Her ikinizi de ayrı taraflara savurmuştur tesadüfler. Başkalarıyla evlenmişsinizdir. Bir vesileyle yıllar sonra karşılaşacak olursanız bu gençlik aşkınızla, dizleriniz titrer, ne diyeceğinizi, nasıl davranacağınızı şaşırırsınız. Ağzınız kurur. Acemi aşıklar gibi tüm doğallığınızı yitirirsiniz. Bir vazoda unutulmuş çiçekler gibidir gençlik aşkları. Bazen kuruyup gider bu çiçekler. Bazen de bir kır çiçeği gibi tomurcuklanıp açıverir. Hangi ülkede, hangi yaşta olursa olsun yüreklerinde tıp tıplar durmadıkça, duygu denizinde bir balıktır insanoğlu. Ne mutlu gençlik aşklarını yaşayabilenlere.