İsmail Hakkı Özsarı
Ne yazık ki gülmenin hele de kadınların gülmesinin ayıp sayıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Oysa ne kadar yanlış!
Uzakdoğu öğretilerinden biri olan ZEN’e göre gülmek, dindarlığın özündendir. Ciddiyet asla dindarlık değildir. Olamaz da. Ciddiyet egoya aittir. Gülmek ise egosuzluktur.
Yine Uzakdoğu felsefesine göre, “GÜLERKEN GÖBEĞİ OYNAMAYANDAN KORKACAKSIN!” Yani gülmek var, gülmek var!
Kimi insanların gülmesi içten pazarlıklı ve sırıtma şeklindedir. Bu tür gülüş ne güleni de ne karşısındakini rahatlatır. Bu gülüşün altında bir takım sinsi düşünceler yatar.
Gerçek bir kahkaha deva ve şükran yerine geçer.
Bizim dinimiz gülmeyi, gülümsemeyi teşvik eder. ‘İnsanlara yapabileceğiniz en ucuz, en kolay ve en değerli yardım onlara güler yüzlü davranmaktır’ der.
Sevgili okurlarım, gülmek, canlılar âleminde sadece insana özgü bir haslettir. Gülmek her insana yakışır. Gülmesini bilen insan girdiği ortam ne karanlık ve kasvetli olursa olsun orayı aydınlatır.
Küçük bir çocuğun gülüşünü seyredin; öylesine içten olduğunu fark edersiniz ki, ister istemez siz de gülersiniz. Bir anne çocuğunun gülümsediğini görünce çok sevinir. Çünkü o gülümseme sağlık ve zekâ işaretidir. Çocuğunun mutlu olduğunu gösterir.
Gülmenin, gülümsemenin güzelliklerinden bu kadar söz etmişken gelin biraz gülümseyelim.
**********************
Can eve geldiğinde mutfağın kırık dökük çanaklarla dolmuş olduğunu gördü.
– Ne oldu? diye sordu eşine.
Eşi de; “Bu yemek kitabında bir hata var. Kulpsuz eski bir fincanın ölçmeye yeterli olacağını yazıyor. Ben ancak on ikinci denemede fincanı kırmadan kulpunu çıkarmayı başarabildim” demiş.
*********************
Mafya şefleri en büyük babayla buluşacaktı. Baba’nın her dediği kanun sayılıyordu. Kapı çaldı ve uşak açmaya gitti. Delikten baktı ve ziyaretçiyi tanıyınca içeri girmesine izin verdi.
– Şemsiyenizi kapıda bırakın dedi uşak ziyaretçiye.
Ziyaretçi de “Şemsiyem yok ki” dedi.
Bunun üzerine uşak; “o zaman eve git ve bir tane al. Patron bana herkesin şemsiyesini kapıda bırakması gerektiğini söyledi. Yoksa seni içeri alamam” dedi.
***********************
Hoca hanımlara vaaz veriyormuş. Kadınlardan biri sormuş.
“Hoca Efendi, bir mühendis ile zina yaparsak cezası ne kadardır?”
Hoca yanıtlamış: “Üç yıl”
Bir diğeri atılmış: “Hocam ya doktorla?”
Hoca yanıtlamış: “Dört yıl”
“Ya avukatla?” demiş bir diğeri
Hoca cezayı arttırmış: “beş yıl”
En sonuncusu sormuş: “peki ya bir Hocayla?”
Hoca parmağını kadına doğru sallayarak: “Seni gidi uyanık. Cennete gitmek istiyorsun galiba” demiş.
Hikaye ve anekdotlar aracılığı ile konuşmak…
Anlatılmak istenen şey direkt ifade edildiğinde tatsız tuzsuz oluyor. Dinleyenin ya da okuyanın pek ilgisini çekmiyor. Oysa kıssadan hisse veren öyküler anekdotlar verilmek istenen mesajı daha yumuşatıyor. Olayı şiirsel hale getiriyor. Yaşama daha yakın hale getiriyor. Mantığın soğukluğundan uzaklaştırarak daha sıcacık bir anlatıma büründürüyor.
Şimdi size bir iki hikâye aktarayım:
Hikaye 1
Bir adam hesabı sahte parayla ödemiş olmakla suçlanıyordu. Mahkemede paranın sahte olduğu iddia edildi. Paranın sahte olmadığının kanıtlaması için sıkıştırıldığında itiraf etti: “O parayı çalmıştım. Sahte olduğunu bildiğim parayı çalar mıyım hiç?”
Bu savunmayı değerlendiren hakim mantıklı olduğuna karar verdi ve sahte para suçlamasını düşürdü. Ama yeni bir suçlama getirdi. HIRSIZLIK. Bu sefer de adam “Tabi parayı çaldım ancak sahte paranın kanuni bir değeri yoktur ki” dedi.
Hakim bu mantıkta da bir kusur bulamadığından adam beraat etti. Ancak bu Aristo mantığı yaşamda işe yaramayabilir. Paçayı her zaman bu kadar kolay kurtaramayabilirsiniz. Yaşamın için ancak gerçek deneyimler geçerlidir.
Hikâye 2
Küçük bir oğlan çocuğu Pazar günkü okul pikniğinde kaybolmuştur. Annesi deliler gibi onu arar. Az sonra çocuksu bir sesin “Estelle Estelle” diye seslendiğini duyar.
Kadın hemen ufaklığın yerini bulur. Kendisini kucaklayarak “Neden bana anne değil de ismimle seslendin” der. Çünkü çocuk ona daha önce ismiyle hiç seslenmemiştir.
“Şey” dedi ufaklık. “Anne diye seslenmemin bir yararı olmazdı. Burası anneyle dolu zaten.”
Bir Yahudi fıkrası
Bir gece bir vampir kanını emmek üzere İrlandalı Katolik Patrik Rourke’nin yatak odasına sızar. Annesinin ona anlattığı hikâyeyi hatırlayan Patrik hemen bir haç alır ve onu vampire doğru sallar. Vampir bir ara duraksar, hay Allah dercesine başına sallar ve sevimli bir ifadeye bürünerek Yahudi aksanıyla şöyle der: “Eyvahlar olsun be çocuğum! Sen de amma vampire çattın. Şimdi vampir Hristiyan olmuş olsaydı iyiydi o zaman hacı gösterebilirsin ama vampir Yahudi’yse işte o zaman ne olacak”