Şaban Yalazı
Bir çınar daha devrildi. Hem de derin bir iz bırakarak. Öyle bir iz ki, “Türkiye Çöl Olmasın” diyerek TEKFEN’in sahibi Nihat Gökyiğit ile beraber başlattıkları hareketin öncülerinden biri olarak, 1992 yılında kurdukları TEMA Vakfı’nın çalışmalarında ömrünün sonuna kadar bitmez tükenmez enerjisiyle yaptığı çalışmalar ile örnek alınacak kişi, TEMA Vakfı’nın sembolü idi. Konuyu toplumumuza anlatabilmek için toplantılar düzenledi. En çok sevdiği, “Bilenin bilmeyene borcu vardır.” sözü gereği düzenlenen etkinliklere katıldı, insanlarımızı aydınlatabilmek için çok çabaladı. Türkiye de onu çok sevdi.
Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ya da kısa adıyla TEMA Vakfı’nın bir sivil toplum kuruluşu olarak yaptıkları çalışmaları ana hatları ile özetlersek, Karaca’nın yaptığı çalışmaların önemini daha iyi kavrarız.
Doğada toprak bitki örtüsü ve su akışı arasında doğal bir denge vardır. Bu denge ne yazık ki insanların yaptığı bazı hatalar nedeniyle bozulur. Erozyon, ormanlarımızın bilinçsizce kesilmesi, yangınlar gibi etkenlerle bitki örtüsünün zayıflaması ve arkasından gelen sağanak yağışlarla toprağın süpürülmesiyle oluşur. Yoğun bitki örtüsü, erozyon, yani toprak kaybı riskini çok azaltır. O nedenle doğanın dengesinin korunması, ormansızlaştırma, hatta yanlış tarım uygulamaları konusunda toplumun bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Doğal olarak yılların yanlış uygulamaları veya insan kaynaklı hatalar nedeniyle orman vasfını kaybetmiş alanların ağaçlandırılması, imara açmak yerine, tekrar tabiatın doğal dengesine kazandırılması önem arz etmektedir.
Toprak ve su kirliliğine karşı Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarına aykırı işlemlerde aktif çalışmalar yaparak çevreye duyarlı bireyler yetiştirilmesine katkıda bulunulması da önem arzeden başka bir konudur. Bu konulara ilgi toprak sevgisi, vatan sevgisi demektir. Bu topraklar bizim, akan sular bizim. Ancak, yakın çevremizdeki su yollarında zaman zaman görülmekte olan balık ölümleri, sularımızın dış etkenler ile balıkların bile yaşayamayacağı derecede kirlendiğini göstermektedir. Bu aynı zamanda bizim de sağlığımızı ilgilendiren büyük bir tehlikedir.
O halde TEMA Vakfı’nın çevre sorunlarına duyarlı, ülkesinin ormanlarını, taşını, toprağını, su kaynaklarını seven, koruyan bilinçli bireyler yetiştirme gayretleri her türlü takdirin üzerindedir. Hayrettin Karaca’nın ve TEMA Vakfı gönüllülerinin bütün gayretlerine rağmen ağaçlandırma, su kaynakları ve erozyon sorununun toplumumuz tarafından ciddiye alındığını söyleyebilir miyiz?
Bu vesile ile rahmetli Hayrettin Karaca ile ilgili küçük bir anımı kaydetmek istiyorum. Mainz Başkonsolosluğu’ndaki görevim sırasında 1998 yılında, TEMA Vakfı’nın görev bölgemizdeki Bad Kreuznach şehrinde Hayrettin Karaca’nın da konuşmacı olduğu bir toplantısına katıldım. Toplantı ara verdiğinde ben hemen yanına gittim. Hoşbeşten sonra soyadının nereden geldiğini sordum. O günlerde ‘Karacabey’ kitabım ile ilgili doküman, bilgi, belge topluyordum çünkü. Bana, “Evlat, bilmem bilir misiniz, Bursa’nın kazası Karacabey vardır. Benim dedem oradaki Canbalı Camii’nin imamıydı. Adı da şuydu. Babam da şu işi yapardı.” dediğinde benim kulaklarım heyecandan uğuldamaya başlamıştı bile.
O heyecanla dedesinin adını unuttuğum gibi, babasının Çorapçı Halil olarak söylediği adını Salih olarak anlamıştım ve kitabın “İz Bırakanlar” bölümünde o şekliyle yazmıştım. Şimdi burada bu eksik ve yanlışımı düzeltiyorum. Biz yine sohbete dönelim.
“Soyadı Kanunu çıkınca aileye bir soyadı gerekti. Ortaya atılan ilk teklif dedemin görevinden dolayı Hocaoğlu oldu. Sonra Hocazade tartışıldı. Ama o zamanlar ‘zade’li bir soyadı almak yasaktı. Sonra yine dedemin görevi nedeniyle ailemizin yaşadığı yer Karacabey’den Karaca gündeme geldi. Hemen soyadımızı “Karaca” olarak kabul ettik. Ama amcam Özkaraca soyadını aldı.”
Yukarıda söylediğim baba adı, dede adı ve ailenin Karacabey sonrası hayatı ile ilgili bilgileri İş Bankası Yayınları’nda çıkan “Erozyon Dede” adlı kitaptan aldım. Kırım Tatarları’ndan dedesi Hoca İsmail Efendi, İstanbul Fatih Medresesi’nde yetişmiş.
Karacabey Canbalı Camii’nde imamlık yaparken bir taraftan da Karacabey köylerindeki pazarlara atlı arabasıyla giderek gezici manifaturacılık yapıyor. Eşi Hanife Nine de mahalleden/çevreden kadınlardan gelen talepleri evdekilerden karşılıyor. Dedesi 1913’te kolera salgınından vefat edince, üç çocukla ortada kalan nine o zaman 15 yaşında olan büyük oğlu Halil’i manifaturacı Kırımlı Mustafendi’nin (Mustafa Kırımlı’nın) yanına çırak olarak veriyor. Çıraklıktan artan zamanlarında mahallede yetiştirdikleri sebzeleri satan Halil’i annesi okula (idadiye) göndermeyi de ihmal etmiyor. Halil ilk evliliğini Kırımlı Mustafendi’nin kardeşinin kızı ile yapıyor ama bu evlilik uzun sürmüyor. Hayrettin babası Halil’in ikinci evliliğini yaptığı Zehra hanımdan 1922 yılında Bandırma’da dünyaya geliyor. Babası Halil’in Rüşdiye’nin son sınıfında iken okuma yazma bildiği için alaya katip olarak alınmasıyla başlayan askeriye ilişkileri neticesinde, emanet bir çorap makinesi ile askeriyeye çorap yapmaya başlıyor. 1917 yılında çorap imalatına başlayan Halil’in adı artık Çorapçı Halil’dir.
Ticaret hayatını çok seven babası bir taraftan da triko imalatı işine girer ve çok başarılı olur. En sonunda Bandırma’da kurmuş oldukları 130 kişi çalışanı olan imalathaneden başka 1932’de İstanbul’da Emiroğlu Han’da ayrı bir imalathane daha kurarlar. Küçük Hayrettin de her fırsatta imalathanede çalışarak işleri öğrenir. 19 yaşında Boğaziçi Lisesi’ni bitirdikten sonra Bandırma’daki imalathanenin başına geçer ve ardından Manyaslı Türkan hanımla ilk evliliğini yapar. Bu evliliğinden olan oğlu Atay daha üç yaşında iken Türkan hanım veremden vefat eder. 1934 yılında çıkan Alameti Farika Kanunu gereği İstanbul’da ürettikleri trikolara Çift Geyik markasını alırlar. Ama Bandırma’da askeriyeye ürettikleri çorap, eldiven ve kar başlıklarında kullandıkları “Karaca” markasını daha sonraki yıllarda Çift Geyik’in yanına ekleyerek, “Çift Geyik Karaca” markası olarak Türkiye’de Neyir, Mısırlı markaları ile birlikte en kaliteli triko üreten markalar arasında yerini alırlar.
1949’da ikinci evliliğini yaptığı Sevim hanımdan olan oğlu Halil’in, 1984’te dişçi koltuğunda narkozdan vefat etmesinden sonra, ilk evliliğinden olan oğlu Atay’ın da 1993 yılında eşi tarafından Tarabya’daki evinde öldürülmesiyle Hayrettin Karaca’nın bütün dünyası kararmıştır artık. Zaten 1980’li yılların başından beri 1965’te Topkapı’da kurdukları fabrikanın yönetimini oğlu Atay’a bırakmıştı. Artık işlerini yönetecek oğlu da kalmayınca tekstil işinden ayrıldı. Eskiden beri çok sevdiği doğa ile iç içe gezilerine daha çok zaman ayırarak, hatta bütün zamanını ayırarak, hele erozyon sorunuyla tanıştıktan sonra kendini adeta tabiata adadı. Yalova’da özenle kurduğu, büyük emek sarf ettiği binlerce çeşit çiçek ve bitkiden oluşan botanik bahçesi Karaca Arboretum ve TEMA Vakfı ardında bıraktığı eserleridir.
Sana minnet borçluyuz, nurlarda yat, mekanın cennet olsun güzel insan.