İsmail Hakkı Özsarı
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan…
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık…
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp “çok şükür bugünü de gördük” diyebilmek…
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle…
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
“Ona güvenmiştim, yanılmamışım” sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayramdır…
Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmektir bayram…
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun..!
YAŞAMIN YANKISI
Vaktiyle orman köylerinden birinde ana baba ve oğul beraber yaşarlarmış. Günün birinde baba ve oğul dağa doğru yola çıkmışlar. Yürürlerken çocuğun ayağına taş takılmış. Çocuk da “aaah” diye bağırmış.
Birkaç saniye sonra karşı dağdan “aaahhh” diye bir ses gelmiş.
Daha önce böyle bir durumla karşılaşmayan çocuk “sen kimsin” diye bağırmış.
Cevap gelmekte gecikmemiş: “sen kimsin”
Sinirlenen çocuk bu sefer de “sen bir korkaksın” diye bağırmış. Dağdan yine “sen bir korkaksın” yanıtını almış.
Tüm bu olup bitenlere bir anlam veremeyen çocuk, neler olduğunu babasına sormuş.
Babası gülümseyerek “şimdi dikkatlice beni izle oğlum” demiş.
Karşı dağlara dönerek “seni seviyorum” diye seslenmiş. Karşı dağlardan gelen ses: “seni seviyorum” olmuş. Baba: “sana hayranım”; dağdan gelen ses: “sana hayranım”. Baba: “sen harikasın”; dağdan gelen ses: “sen harikasın” olmuş.
Çocuğun şaşkınlığının arttığını gören baba durumu açıklamış. “Oğlum bak bu olanlar YANKI adını verdiğimiz bir doğa olayıdır. Ama hayatı çok iyi anlatır. Yaşamdan ne istiyorsan önce sen vermelisin. Verdiklerin, aldıkların olacaktır. Tatlı sözler, tatlı yankılar oluşturur. Sevilmek istersen önce sen sevmelisin. Saygı görmek istersen önce sen saygı göstermelisin. Önemsenmek istersen önce sen önemsemelisin. Dinlenilmek istersen önce sen dinleyeceksin. Anlayış görmek istiyorsan önce sen anlayış göstereceksin. Kısacası hayatta ne ile karşılaşmak istiyorsan, yankısını oluşturabilmek için bunu ona sen yapmalısın.”
Sevgili okurlarım, bakın Hz. Mevlana söylemlerinde bu konuyu ne güzel dile getirmiş:
“Ey yiğit! Yazgıya bahane bulma / Yükleme kendi suçunu başkasına / Suçunu gör dönüp etrafında kendini / Kendindendir, gölgenden değil çektiklerin
Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin / Ne ektin de ektiğini biçmedin / Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar / Çocuğun gibi sonra gelir eteğinden tutar.”