İsmail Hakkı Özsarı
Hıdırellez beş Mayısı, altı Mayıs’a bağlayan gecedir. Bu gece de, karaların ermişi Hızır ile denizlerin ermişi İlyas buluşurlar. Dünya kurulduktan sonra beri böyle olur. Eğer Hızır ile İlyas buluşmayacak olurlarsa denizler deniz olmaktan, topraklar da toprak olmaktan çıkar. Yağmurlar yağmaz. Ekinler yeşermez. İnanışa göre Hızır ile İlyas’ın buluşmaması aynı zamanda kıyametin de habercisi kabul edilir.
Yine inanışa göre bu gecede biri mağripten, biri maşrıktan iki yıldız doğar. Hızır ile İlyas’ın üstüne gelirler. Tam el ele tutuştukları anda, yıldızlar da birleşir. Tek bir yıldız olup Hızır ile İlyas’ın üstüne yağar.
Rivayete göre kim ki bu yıldızların birleştiği anı görür ve o anda ne dilerse gerçekleşeceğine inanılır. Bizler çocuk yaşlardayken Hıdırellez’in gelmesi sevinçle kutlanırdı. Bir gün evvelden, genç kızlar ev ev dolaşırlar. Genç kızlara ve erkeklere ait yüzük, küpe, düğme… vb. eşyaları toplarlar. Akşam olunca bunların uygun büyüklükteki bir toprak kap içine koyup, o gece gül ağacı dibine bırakırlar.
Aynı gece köy meydanında ateş yakılır. Ateşin üzerinden atlanır.
6 Mayıs sabahı hiç kimse üzerine doğdurmaz. Zaten bahar ayıdır. Erkenden kalkılır. O güne değin korunan köy merası serbest edilmiştir. Hayvanlar otlamaya gidilir.
Öğleye doğru köyün tüm erkek ve kız gençleri büyük bir ağacın altına toplanır. Salıncak kurulur. Bu salıncaklarda genellikle kızları erkekler, erkekleri de kızlar sallar. Ara ara sallayan, sallanılan hızını arttırır. Bu arada sallanan korkar. Yavaş sallaması için sallayana yalvarır. Sallayan da ‘’Yavuklunun adını söyle yavaş sallayacağım,, der. Herkesin içinde yavuklunun adı söylenir mi? Utanılır. Bunun üzerine sallayan tempoyu arttırır. İlla bir ip ucu alacak ki ‘’Hiç olmazsa yavuklunun baş harfini söyle diye ısrar eder.
Sıra bir gün önce toplanan eşyaların küpten çıkarılmasına gelmiştir.
Sesi güzel kızlar önce mani okurlar: “A benim bahtı yârim. Gönülde tahtı yârim. Yüzünde göz izi var, Sana kim baktı yarim.”
Küpten eşya çıkarılır. Böylece o mani de eşya sahibine gitmiş olur.
Bu arada genç kızlar kaşla göz arasında çaktırmadan ya bir mendili, ya işlemeli bir çehreyi(mendilin büyüğü) sevgililerine hediye eder. Bazen de sapları gelin duvaklarını süsleyen tellerle sarılmış güzel kokulu bir çiçek demetini verirler. Erkekler de bu çiçek demetlerini yan giydikleri kasketiyle kulakları arasına takarlar. (Kulağının arkasına kıstırır)
Bu arada zaman hızla geçmektedir. Bu arada ikindi yaklaşmıştır. Herkesi bekleyen bir işi vardır. Hıdrellezi gelecek seneye kutlamak üzere dağılınır.
SİZ OLSAYDINIZ HANGİ HAYATI YAŞAMAYI TERCİH EDERDİNİZ?
Amerikalı bir iş adamı Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasında iskeleye oturmuş denizi seyretmektedir. Bu sırada bir balıkçı teknesi kıyıya yaklaşır. Teknenin içinde bir balıkçı ile birkaç tane de ton balığı vardır. Amerikalı, balıkların kalitesini övdükten sonra bu balıkları tutmanın ne kadar sürdüğünü sorar.
Meksikalı “Çok az sürdü.” diye yanıtlar.
Bunun üzerine Amerikalı “O zaman niçin denizde daha uzun kalıp daha fazla balık tutmuyorsun? ” diye sorar. “Peki geriye kalan zamanda ne yapıyorsun?” diye sorularını sürdürür.
Balıkçı ailesinin ihtiyacı kadar balık tuttuğunu anlatmaya çalışır.
Amerikalı sormaya devam eder “Peki geriye kalan zamanlarda ne yapıyorsun?”
Balıkçı yanıtlar: – Geç yatarım. Çocuklarımla oynarım. Karım Maria ile öğle uykusuna yatarım. Her akşam kasabanın merkezine inerim. Dostlarımla şarap içerim. Biraz gitar çalarım. Dolu ve meşgul bir hayatım var bayım.
Amerikalı balıkçıyı alaylı bir tavırla süzdükten sonra konuşmaya başlar. ”Harvard’dan derecem var. Sana yardımda bulunabilirim. Bunun için balık tutmaya zaman ayırmalısın. Kazandıklarınla daha büyük bir tekne almalısın. Bu büyük tekneyle kazanacağın paralarla, daha başka tekneler alabilirsin. Böylece bir balıkçı filosu kurabilirsin.”
Balıkçının dikkatle dinlediğini gören Amerikalı konuşmasını tam gaz sürdürür.
“Tuttuğun balıkları bir aracıya satacağına doğrudan onları işleyenlere satarsın. Sonunda kendi fabrikanı açarsın sonra da bu küçük kasabadan ayrılır önce Mexico City’e ardından Los Angeles’e oradan da Newyork’a taşınıp kendine ait bir firma açıp onun başına geçersin.”
Balıkçı sorar “Peki bayım tüm bunlar ne kadar sürede olur?”
“15 veya 20 yıl.” Diye yanıtlar Amerikalı.
Balıkçı sorar “Sonra ne olacak bayım?”
Amerikalı gülerek konuşmaya başlar “Hikayenin en güzel kısmı da bu ya.” Der ve konuşmasını sürdürür “Zamanı geldiğinde şirket hisselerini halka satar, milyon dolarların olur. Çok zengin olursun.”
Balıkçı “Sonra ne olacak bayım?” dedikten sonra Amerikalı yanıtlar “Sonra emekli olursun. Geç yatacağın, akşamları bir şarap evinde, dostlarınla şarap yudumlayacağın, gitar çalacağın, küçük bir sahil kasabasına taşınırsın.”
Hayatın, yaşayanın algısına göre nasıl değerlendirildiğine dair ne güzel bir öykü değil mi?