İsmail Hakkı Özsarı
Hafızam beni yanıltmıyorsa 1995 yılının Ağustos ayı olacak. O yıllarda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sağlık sorunlarım nedeniyle sıkça gidip geliyorum.
Hastaneden çıktım. Gideceğim otobüsün durağına yanaşarak otobüsün yolcu kuyruğuna girdim. Önümde şımarıklıkları her hallerinden belli iki genç delikanlı vardı. Onların da önünde bir elinde bastonu, diğer elinde sağlık dosyası epeyce yaş almış bir ana. Zavallı kadıncağız otobüse binmekte zorlanıyor.
Onun arkasındaki delikanlılar (!) başladılar homurdanmaya…
“Bu moruklar da eve oturmazlar, hallerine bakmadan sokağa çıkarlar. Belediye otobüsüne bile binemeyen sabunlukların sokakta çarşıda ne işi var!”
O anda sanki yüreğime eşek dikeni batırdılar. Öylesine içim acıdı. Ama gel de müdahale et. Et bakalım da başına neler geliyor..!
Neyse otobüse bindik. Yaş almış anacığım ne söyledi biliyor musunuz, sözüm ona gençlere dönerek, “İnşallah siz yaşlanmazsınız oğlum”
Dua mı etti yoksa beddua mı?! Varın siz karar verin.
Bu anımı niye anlattım biliyor musunuz? Zaten ne zaman yaşlı insanlar ve yaşlılığa kötü söz söylense aklıma gelir, eğer ortam müsaitse anlatırım.
Son günlerde politikadaki, özellikle parlamentodaki söylemler sığlaştı, basitleşti. Hatta çirkinleşti. Belden aşağı vurmalar çoğaldı. Asıl söylenmesi gerekenler dururken vekillerin yaşlılıkları, eşlerinin kılık kıyafetleri gündeme getiriliyor. Hem de çok çirkin bir biçimde.
İşte bu vekillerimizden birisi katıldığı bir TV programında rakip bir partinin genel başkanı için aynen şunları söylüyor: “Canım o zaten yaşlanmış. Ne dediğini bilmiyor. Kendisine ilgili doktorlara gitmesini öneririm. İnsanlar zaten 60 yaşını geçtiklerinde bir takım melekelerini kaybederler. Artık pek işe yaramazlar. Böylelerinin ülke yönetiminde ne işleri var! Çekilsinler bir kenara. Torunlarını avutma işi ile uğraşsınlar.” gibisinden söylemler. Belli ki genel başkanın ağzından konuşuyor. Zaten iki de bir de genel başkanını övücü sözler ve her iki cümlesinin biri “Genel Başkanımızın dediği gibi…”
Toplumda bu türden densiz diyebileceğimiz o kadar çok insan var ki tırpan ile biçsen bitmez.
Mesela bazıları akıllarınca şaka yaptıklarını zannederek yaşlılara karşı şunları söyleyebiliyorlar: “Sen artık toprağa bakmaya başlamışsın. Senin ölümün yakın. Sen daha yaşıyor musun?”
Bu gafillere şunu söylemek isterim. Kasap dükkanlarının vitrinlere bir baksınlar. Koyun kellesinden çok kuzu kellesi göreceklerdir. Hem de Allah’ın verdiği ömrün gençlikle yaşlılıkla bir ilgisi yoktur ki vadesi dolan gider.
Şimdi ben kendisini genç zanneden Sayın Milletvekilimize şunları hatırlatmak isterim;
Gençlik nedir? Yaşlılık nedir?
İnsan dediğin kendine güvenini derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır. Cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır. Hiç kimse birkaç yıl yaşamakla ihtiyar sayılmaz. İnsanları ihtiyarlatan ideallerinin yaşlanmasıdır. Sevgili vekilim biz halk olarak sizleri suskun görmek istemiyoruz. Konuşmanızı, genel başkanlarınızın yanlışlıklarına da karşı çıkmanızı bekliyoruz. Ancak konuşurken bazılarımız çok çam deviriyor. Bu gidişle ormanlarımızda çam ağacı kalmayacak. Hatayı yapıp arkasından özür dilemek neye benzer biliyor musunuz? Çiviyi önce tahtaya çak. Arkasından sök çıkar. Çivi çıksa da tahtada izi kalır. İşte özür dilemek de böyle bir şeydir.
“Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş açınız genişler.”
Sevgili vekilim, ben size otobüsteki anam gibi dua etmeyeceğim. 60’lı yaşların başında biri olarak çok alındım. Çok kırıldım. Onun için beddua(!) edeceğim, “İnşallah siz de yaşlanırsınız…”
BEN NE YAPTIM Kİ?
Günün birinde şeytanın yolu bir köye düşer. Yol yürümekten yorulan şeytan, dinlenmek üzere sırtını bir ağaca dayayarak oturur. Bu arada da buzağısı kazığa bağlı olan, ineğini sağan genç bir kadın gözüne ilişir. Kadını izlemeye başlar.
Daha sonra yerinden kalkar ve buzağının ipini gevşetir. Buzağı da biraz ötedeki annesinin sütünün kovaya sağılmasına dayanamayıp, debelenmeye başlar. Çünkü karnı acıkmıştır. Debelendikçe boynundaki ip biraz daha gevşer. Sonunda da hepten çözülür. Koşarak annesini emmeye gider.
Bu arada süt kovasına çarpar sütler yere dökülür. Sağdığı sütün ziyan olduğunu gören genç kadının siniri tepesine çıkar. Eline geçirdiği bir odunu buzağının kafasına vurmasıyla birlikte, yavru kanlar içinde yere yığılır. Yavrusuna saldırılmasına kayıtsız kalamayan inek, kadını bir tekmede öldürür. Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi ineğin, gelinini öldürdüğünü görüp, elindeki tüfeği ateşler ve ineği öldürür. Silah sesini duyan gelinin kocası koşup gelir. Karısını yerde yatar, babasını da elinde silah ile görünce, belinden silahını çekip, tek kurşunla babasını öldürür. Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam bu kadar acıya dayanamaz. Bir kurşun da kendi kafasına sıkar.
Bütün bu olup bitenleri bir kenardan izleyen şeytan da, “Bu felaketi de bana yüklerler şimdi” der. “Oysa buzağının ipini biraz gevşetmekten başka ne yaptım ki?”
Sevgili okurlarım yukarıda anlattığım ibretlik öykü, günlük yaşamımızda ne kadar çok olayı çağrıştırıyor değil mi? Örneğin; 24 saattir uykusuz otobüs şoförü direksiyon başında sabaha karşı biraz kestireyim diyor ve sonuç 15 ölü, 25 yaralı. Oysa adamcağız ne yaptı ki! Sadece biraz uyuyuverdi…
İçerisinde 5 kişi bulunan otomobil, karşı yönden gelen tırın altına girdi. Şoför ne yaptı ki, sadece 35’lik rakı içip, direksiyona oturmuştu!
Yine ürününün para etmediğinden, tarlada kalmasından şikayetçi çiftçi, hayvancılığın dibe vurmasından yakınan besici, siftah yapmadan dükkanını kapatan küçük esnaf, asgari ücretle çalışan ve hatta onu da bulamayan işçi vatandaş… vs. Tüm bunlar ne yaptı ki (!) Sadece seçim zamanı gidip kendilerini yönetecekleri seçmekten başka ne kusurları olabilir ki (!)…