Sahip olduğu arsayı vekâlet yoluyla kardeşine satan kişi, yıllar sonra mahkemeye başvurup dolandırıldığını iddia etti. Mahkemenin kabul ettiği davada devreye giren Yargıtay, satıcı kardeşin, 14 sene sonra satışı yargıya taşımasının hayatın olağan akışına aykırı olduğuna hükmetti. Yüksek Mahkeme’nin bozma kararıyla birlikte iki kardeş arasındaki arsa kavgası 20. yılına girdi.
Yurt dışında yaşayan bir kişi, Türkiye’de sahip olduğu arsayı vekâlet yoluyla ağabeyine sattı. İddiaya göre parasını da alan gurbetçi satıcı, 14 sene sonra ‘dolandırıldım’ diyerek mahkemeye başvurdu. “Arsanın satışı için kardeşim olan davalı notere giderek kendisini ben olarak tanıtıp arsamı vekalet yoluyla eşine devretmiş.” diyen davacı, satışta sahte vekaletname kullanıldığını öne sürdü. Vekalet tarihinde yurt dışında olduğunu, tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tesciline, olmazsa taşınmaz bedelinin davalı kardeşi ve yengesinden tahsiline karar verilmesini istedi. Davalı ağabey ise kardeşinin arsa ücretini ikinci kez istemesinin hukuka aykırı olduğunu öne sürdü. Arsayı 1999 yılında çalışan çocuklarının oturması için çevresine borçlanarak ve banka kredisi kullanarak, iyi niyetle satın aldığını söyledi. Aradan 14 yıl geçtikten sonra eldeki davanın açılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savundu. Mahkeme, temlikte kullanılan vekaletnamenin sahte olduğu gerekçesiyle satışın yolsuz olduğuna hükmetti. Davalının istinaf müracaatı üzerine Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi, “İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu” gerekçesiyle istinaf başvurusunu esastan reddetti.
Kararı davalı temyiz edince devreye Yargıtay girdi. Mahkeme hükmünün bozulduğu Yargıtay kararında; “Bilindiği üzere; sahte vekâletnâme kullanılmak suretiyle yapılan satışlarda ilk ele (alıcıya) yapılan işlemin, sicilin dayanağını teşkil eden belgenin sahte olması nedeniyle, yolsuz tescil niteliğini taşıyacağı kuşkusuzdur. Ne var ki, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki, davacı çekişmeli temlikte kullanılan vekaletnamenin sahte olduğu iddiasına dayanmış ancak vekaletnamenin sahte olup olmadığı belirlenmeden sonuca gidilmiştir. Hal böyle olunca, öncelikle davacı ile davalının vekâlet tarihi veya bu tarihe yakın tarihlerdeki resmi kurumlarda (seçmen listesi, noter evrakı, varsa yurt dışı giriş/çıkışlardaki belgeler, banka ve vergi dairesi evrakları, v.s) bulunan imzalarının araştırılması, davacı ile davalının mukayeseye elverişli imza ve yazı örneklerinin alınması gerekir. 1999 tarih ve 33434 yevmiye nolu vekaletnamenin sahte olup olmadığının Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan ya da diğer kriminal inceleme yapan birimlerden rapor alınarak saptanması, ondan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının ortadan kaldırılmasına mahkeme kararının bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.” denildi.