Dündar Özseçen
Cumhuriyetimizin kuruluşundan neredeyse 100 yıldır bitmeyen tartışmamızdır laiklik. Ciddi bir dost sohbetlerindeki siyasi söylemlerin veya fikirlerin buluşup tartışıldığı, ancak bir türlü ortak akılda buluşamadığımız sorunumuzdur laiklik. Kimine göre dini yaşamımızın önünde bir engel, kimine göre ise inandığımız dinin özgürce yaşamasının teminatıdır laiklik. Peki, kafalarımızı kurcalayan laiklik aslında nedir?
Cumhuriyet’ten önceki Osmanlı İmparatorluğu ve diğer Türk İslam devletleri, din kurallarına bağlı bir devlet yönetimiydi. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte gerek saltanatın kaldırıp yerine millet iradesinin gelişi, gerek hilafetin kaldırılıp dini kurallar yerine modern hukuk düzeninin inşa edilmesi sonrası hamleler peşi sıra gelmiştir. Bu yeni düzen içerisinde devlet kurumları ile din kurumları da birbirinden ayrılmış, devlet din yani inanç özgürlüğünün teminatını garanti etmiştir.
İşte buna göre laiklik; her din veya mezhebe bağlı insanların eşit şartlarda, bağlı olduğu bir hukuk mevzuatının bulunduğu toplum sistemi demektir. Yoksa laiklik, klasik anlamda sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması söylemi ile sınırlı değildir. Layık olmak asla bir inançtan yoksun olmak veya inançlara karşı bir cephe oluşturmak da değildir.
Elbette ki bir yurt ve vatan varsa, o vatanın bireyleri vatandaşlar olacak, o vatandaşların da inandıkları bir dinleri olacaktır. Allah’a şükürler olsun ki, Türkiye Cumhuriyeti Misak-ı Milli sınırları içerisinde Büyük Türk Milleti’nin çoğunluğunda İslamiyet inancı hakimdir. Yani ülkemiz Müslüman bir toplumdur. Bu büyük millet yüzyıldır laik düzen içerisinde Müslüman olarak İslamiyet’in bütün ibadetlerini özgürce yaşamaktadır. Hatta ve hatta, Ortadoğu’da bunu başarabilen tek ülkedir.
Kaldı ki devletimiz, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olmasından yola çıkarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Din işlerini başıboş bırakmamış, kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı ile halkın dinini ve vecibelerini yerine getirilmesinde hem doğru uygulamaların, hem de dinin doğru öğrenilmesinde halkın eğitimine katkı sunmuştur.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bütün dünya Müslümanlarına örnek olmuştur. Zaman zaman yapılan yersiz eleştirilere rağmen görevini başarıyla sürdürmüştür. Fakat gel gör ki bazı çevreler maalesef Diyanet İşleri’nin bu başarılı çalışmalarını bir türlü kabul edememektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın laik düzenin bir dayatması olduğunu söyleyen ve bundan vazgeçmeyen insanlar hep var oldular, var olmaya da devam edecekler. Bu konudaki düşüncelerinde de özgürler.
Şu asla unutulmamalıdır; kendim için istediğim her şeyi karşımdaki insan için de istiyorum ve diliyorum. Toplumdaki her birey için dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri şeyler başkalarının haklarına saygı gösterdiği sürece özgür hakkıdır. İşte bütün bunların kanunlarla teminat altına alınmasının adıdır laiklik. İnançlara karşı gelmek değil, inançların özgürce yaşanmasının, hiçbir baskı ve zorlamayı kabullenmeyen sistemin adıdır laiklik. Bu ülkeye laikliği kazandıran Büyük Atatürk demiştir ki; “Milletlerin bir dini mutlaka olacak. Aksi takdirde dinsiz milletler asla yaşayamaz ve varlıklarını sürdüremezler.”
Hal böyle iken nedir bu tartışmalar, vakit harcamalar, boşa kürek çekmeler? Türk milleti zaten tüm inanç ve düşüncelere hep saygılı davrandı, her kimliği ve her kültürün yaşatıp kolladı. Yüzyıllarca laik bir devlet düzen içerisinde yaşanabileceğini bütün dünyayı gösterdi. Bu sebeple daha nice yüzyıllara diyorum.