Mahiye Morgül
LGS sınav sonuçlarına bir de yüzde beşlik dilimin dışında kalan sınava girmemiş olanlar ve hiçbir yere giremeyecek olanlar açısından bakalım. Fakat önce yüzde beşlik dilime giren çocukların sosyoekonomik düzeyleriyle ilgili Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya dikkat çekmek istiyorum;
“Öğrencilerin sosyoekonomik düzeyleri ile akademik başarıları arasındaki ilişkiyi incelemek için öğrencilerin anne ve baba eğitim düzeyleri dikkate alınmıştır. Anne ve baba eğitim düzeyleri ilkokuldan lisansüstüne kadar gruplandırılmış ve eğitim düzeyi arttıkça öğrencilerin doğru cevap sayısı ortalamalarının da arttığı belirlenmiştir.”
Aslında gerçek pek de böyle değil. Beş yüzden fazla birinci çıktı ve ilk dereceler Iğdır’a, Sarıkamış’a, Diyarbakır’a kadar 60 il ve ilçeye dağılıyor.
MEB’in bu açıklaması öyle görünüyor ki birinciliklerin Anadolu’ya dağılımına bakmadan planladıkları varsıl elit bir sınıf yaratma beklentisine göre sınavdan çok önce hazırlanmıştır.
Bakanlığın yüzde beşlik dilim hazırlığı içerisinde olduğunu önceki yıllarda bizzat Sayın Erdoğan’ın açıklamalarından biliyoruz. Bakanlığın, sosyoekonomik durumu iyi olan aile çocuklarından bir elit sınıf yaratmak hedefinde olduğunu daha önceki Talim Terbiye Kurulu başkanlarının hazırlıklarından da biliyoruz. Yukarıdaki açıklamaya hiç şaşırmadım. Ancak bunda da samimi değiller, çünkü içi boş eğitimden elit de çıkmaz.
Sınav sonuçlarına bir de dışarıda bırakılanlar açısından bakalım; İyi eğitilmemiş ve hiç eğitilmemiş yüzde doksan beşlik dilim açısından bakalım. Bakanlık bu büyük kitleye, MEB’in hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi, bir anlamda “Çocuğunuzun sınavdaki başarısızlığı sizin yüzünüzdendir” dedi. Ne kadar inciticidir; halk kendi devletine küstürülüyor!
Ailesiyle birlikte çaresiz bırakılmış bu büyük kitleye çare diye ne önerildiğini konuşalım. Örneğin, çocuğu okuma yazma bilmediği halde sekizinci sınıfa kadar getirilmiş bir veli, çocuğuna daha ikinci sınıftayken sınıf tekrarı yaptırmak istediği halde o çocuğu bir üst sınıfa yerleştiren yeni(!) eğitim sisteminin tuzağına çekildiğini bilemezdi. 2005’de H.Çelik ve Z. Selçuk tarafından getirilen Parçalı Eğitim Programı’ndan söz ediyoruz. Bu veliye şimdi “Al çocuğunu açık öğretime yazdır” diyoruz.
Çocuğu pırıl pırıl velinin elinden almışız, ona öyle bir tuzak kurmuşuz ki, Türkçe anlamlı cümle kuramaz hale getirmişiz, veli istediği halde sınıf tekrarı yaptırmamışız, çocuğun neden başarısız olduğunu veli takip edememiş, ders kitaplarını çoğu veli sene boyunca görmemiş. Veli, istediği halde ‘yaz tatilinde çocuğumun eksiklerini kapatayım ya da tekrar yaptırayım’ diyemiyor, çünkü o yılın kitapları geri dönüşüme gidiyor! Öğrenci kitaplarını hatıra saklamak istese saklayamıyor, geçen yıl bu konuda ne öğrenmiştik diye merak edip karşılaştırmak istese edemiyor.
Okuma yazma öğretmeden çocuğu sekizinci sınıfa kadar getirmişsin ve şimdi veliye senin çocuğun hiçbir liseye giremez diyorsun. “Çocuğunuzu 8 yıl sonra geri dönüşüme atıyorum” demekle eş, Allah affetsin. Bari sekizinci sınıfta Türkçe’den sınıfta kalmayı koy, mezuniyet sınavı koy… Ya da, LGS sonuçlarına bakarak 20 sorudan sekiz tanesini yapmayan 8. sınıfı tekrara mecburdur de. Veli de çocuğunu hangi derse çalıştıracağını bilir.
Bugün LGS bir sınav değil, geri dönüşüme göndereceği çocukları ayırma mekanizmasıdır. Bu mekanizmanın baş mimarlarından AKP’nin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ortada yok görünüyor, ancak onun bütün mesai arkadaşları MEB’in her dairesinde ve danışmanlıklarında iş başındadırlar.
…..
Milli Eğitim Bakanlığı ‘Eğitmeme Bakanlığı’ olmuştur
LGS’nin sonuçlarından da anlaşılacağı üzere Milli Eğitim Bakanlığı “Eğitmeme Bakanlığı” olmuştur. Hiçbir şey öğretmeden 8 yıl oyaladığın çocuğa geçersiz mezuniyet belgesi vereceksin ve sonra da onu kaderiyle baş başa bırakacaksın, bu affedilir şey değildir.
Hiç kimse Bakan Selçuk’un yeni projeleri var, bekleyelim demesin. Hüseyin Çelik zamanında SPAN Amerikan danışmanlarıyla beraber bunlar planlanmıştı. Sırada ne var, onu proje diye çıkartıyorlar. 2000 yılında çevirip yayınladığı “Öğretmen ve Öğrenci Davranışlarının Gözlenmesi” kitabına bakın isterseniz, öğretmeni ve öğrenciyi gözleyip fişlemeye sıra geldi, bakan kendisi söylüyor zaten; “Bir şey öğretme, çocuğu sadece gözle ve fişle” sistemi başlıyor, daha az bilgiyle çocuklar başıboş (kontrolsüz) piyasaya bırakılacak.
Zaten 2005’ten beri müfredatın içi o kadar boşaltılmıştı ki, artık LGS’de birinci gelmenin de bir değeri yok. Temel eğitimde öğrenciye verilmesi gereken bilgiler sorulmuyor. Verilmiyor ki sorulsun. Bakanlığın ayrıcalıklı tuttuğu aile çocukları daha doğru bilgilerle Fen Bilgisi, Matematik, Türkçe eğitimi görmüş değiller ki! İlgili aileler bunun farkındalar, onlar da kandırılıyor. Bölme işleminin dahi müfredattan kaldırıldığını görüyorlar. Kendi ilkokul eğitimi aldıkları yılların ne kadar gerisinde içi boş kitaplarla ders yapıldığının farkındalar.
Bin yıl önce Hacı Bektaş-i Veli diyor ki; “Bilimsiz gidilen yolun sonu karanlıktır.”
İki bin yıl önce Roma’nın Antalya Kültür Ataşesi Çiçero diyor ki; “Bu savaş ne zaman bitecek diye soruyorsunuz. Savaşlardan bir elit sınıf doğdu, onun için bitmeyecek.”
İşte içinde yaşadığımız küresel paylaşım savaşı…
Kamucu eğitimi piyasaya atmadan bu piyasadan pay alamayacaklarını bilen savaş baronları bu konuda hemfikir görünüyorlar. Ders kitaplarının ister devlet basımı, ister özel basım olsun arasında hiç fark yok, hepsinin içinde şeytanlar cirit atıyor. Hele özel yayınevlerinin bastığı ders kitaplarındaki mavi balinaların dokunulmazlığı var, bu yüzden mahkemelerdeyiz..
……
Cumhuriyet eğitimini terk etmek
LGS sonuçlarına baktığımızda Cumhuriyet eğitimini terk ettiğimizi görüyoruz. Türk Milli Eğitimi’ne dışarıdan dayatılan programlarla bu olabilmiştir. Halk egemenliğinden başka bir yere gelmişsiz. Bu bir savaş programıyla olabilirdi, öyle de oldu.
Diğer yandan, her gün kendini ve arkadaşını öldüren öğrenci haberleriyle sarsılıyoruz. Bu acı haberleri 1995 sonrası eğitimimize getirilen küresel dayatmaların sonucu olarak tespit etmek durumundayız.
Son LGS’den sonra yüzde beşlik dilime kaç öğrenci girdi, ona bakıyoruz, oysa geri kalanlar ne olacak ona bakmalıyız. Çünkü yaklaşan büyük savaşlar, büyük krizler var. Yabancı özel askerlik büroları kurulmasına az kaldı. Amerikan modeli garantili iş, eğitim dışına atılan genç gitsin paralı asker olsun, kimin için öleceğini bile bilmeyecek. Savaşa gönderildiği ülkenin adını bilmeyen Amerikan askerleri gibi, okulda bir kere bile Türkiye haritası çizdirmediğin bu çocukları özel askerlik şirketlerine, mavi balinalara, yutulacak yem yapmak kaçınılmaz hale gelebilir. Çünkü Dünya Bankası ile 1995’te hizmetlerin serbest piyasada dolaşımı (GATS) için taahhüt vermiştik, sonuçlarından ikisini görüyoruz:
Eğitim kamu hizmeti olmaktan çıktı, piyasacı eğitime geçtik; çocuklarımız ölüm oyunları oynuyor!
Askerlik vatan hizmeti olmaktan çıktı, piyasacı orduya geçtik; çocuklarımızın nerede öleceğini bile kestiremiyoruz.
….
Eğitim SOS veriyor
Acıtıcı sorun; çocuklarımız kendini ve birbirini öldürüyor. Buna bir tanım koymak gerekir. Çocuklarımız neden korumasız kaldı, birbirimizle bunu konuşalım. İç savaşın bir başka türü gibi, okul çağında çocuklarımız hiç sebepsiz ölüyorlar. Yoksa biz mi onları ölüme sürükleyen etkenleri göremiyoruz?
Açıktır ki eğitim SOS veriyor. Olağanüstü Hal Komisyonu kurulması gerekir. Gönüllü eğitimbilimciler, psikologlar, psikiyatrisiler ve sosyologlardan oluşacak inceleme komisyonu kurulması için talep yaratmak lazım.
Bunu yüksek sesle dile getirecek akil adamlar listesi lazım. İmzaya açıp çağrı yapmak lazım. Bu düşüncemi emekli toplumbilimci Prof. Dr. Özer Ozankaya’ya açtım. “Biliyorsunuz ilk imza en önemli imzadır, ilk imzayı siz vermeye hazır mısınız?” diye sordum. Yanıtı gecikmedi: “Öğrenci intiharları bir belirtidir; yapısal çarpıklık ve hastalığın belirtisidir! Sözünü ettiğiniz komisyonu AKP’nin eğitim bakanlığının kurmasını bekleyemeyiz. Konuya duyarlı muhalefet partileriyle, ADD, ÇYDD, meslek odaları, sendikalar ve uzman bilim insanlarına görev vermeleriyle yürütülebilecek bir ulusal girişim gerekli. İlk imza benden. Saygılar”
Ve şimdi bu acil sorunu okurlarımla paylaşıyorum: Eğitim SOS veriyor; çocuklarımız ölüyor, birbirini öldürüyor. Eğitimde Olağanüstü Hal Komisyonu kurulmasını ister misiniz? Eğer evet diyorsanız, varsa uzman dostlarınıza komisyonda görev almayı teklif eder misiniz?