Mustafa Arı
Yaşamakta olduğumuz dünyada rahatlık yoktur. Bir gün huzur bulsak, birkaç gün huzursuz oluruz. Bizim hiçbir sıkıntımız olmasa bile sevdiklerimizden birinin sıkıntıları bizi üzer.
Dünya eğer rahatlık yeri olsaydı, en fazla Peygamberler rahat ederdi. Halbuki en çok sıkıntıyı, üzüntüyü onlar çekmişlerdir.
Adem Peygamber, cennetten yeryüzüne indirilince çok dua etti. Gözyaşı döktü.
Nuh Peygamber ile alay edildi, hakaretlere maruz kaldı. Gemi yapımında ne büyük sıkıntılar çekti.
İbrahim Peygamberi ateşe attılar. Kendi öz ve biricik evladını kurban etmekle emrolundu. Oldukça ağır bir imtihan geçirdi.
Yakub Peygamber, Yusuf’una o kadar çok ağladı ki, mübarek gözleri kapandı.
Yusuf Peygamberin de imtihanı ağırdı; kuyuya atılması, köle olarak satılması, çirkin teklifle karşılaşması ve daha sonrasında zindana girmesi…
Musa Peygamberin Firavundan çektikleri, memleketinden kaçışı, gurbet ellere gidişi, oralarda on sene çobanlık yapması gibi…
Eyüp Peygamberin hastalığı, bundan dolayı O’na iman edenlerin Onu terk etmesi, evlatlarının vefatı, bütün servetinin yok olması yanında senelerce yatağın esiri olması…
İsa peygamberin barınacak bir yuvasının olmaması ve fakirlikle hayat geçirmesi. Yahudilerden, putperestlerden gördüğü eza ve cefalar…
Zekeriya ile Yahya peygamberlerin şehit edilmeleri…
Bizim Peygamberimizin çektiği sıkıntılar diğerlerinden daha fazla idi. Taif seferinde gördüğü hakaret, çocuklara taşlatıldıkları, mübarek ayakkabılarının kanla dolması. Uhud muharebesinde çok sevdiği amcaları Hz. Hamza ve diğer ashabının şehit olmaları gibi dayanılması çok zor sıkıntılar…
Demek ki, içinde yaşadığımız şu dünya, rahat etmek yeri değildir.
Bir adam arkadaşına dua eder ve der ki; Allah sana dünyada hiç sıkıntı vermesin. Dünyada yaşayıp da sıkıntı çekmemek hiç mümkün müdür?
Dünyada herkes halinden şikayetçi, kavuştuğu nimetleri az görür, gözü başka nimetlerde. Gözünü ancak toprak doyurur.
Bütün insanlarda korku vardır. Hastalık korkusu, sevdiklerinden ayrılma korkusu. Ölüm korkusu korkularla geçen bir hayatın ne tadı olur?
Hadis-i Şerif’te buyruluyor: Ne kadar yaşarsan yaşa, bir gün öleceksin! Kimi seversen ve ne kadar seversen sev, bir gün ayrılacaksın! Ne yaparsan ve nasıl yaşarsan yaşa, karşılığını göreceksin! Sabredersek sıkıntılarımız azalır, rahatlarız, üstelik büyük sevap kazanırız. Sabretmez isek hastalığımız, sıkıntılarımız artar, günahkar oluruz. Takdiri ilahi ne ise o olur. Dünyada her şey geçicidir. “Ne gam baki, ne sürur” demişler.
İSRAF HASTALIĞI
Neleri israf etmiyoruz ki?
İsraf, çağımızın, en kötü ve bulaşıcı hastalıklarından olan bir hastalıktır. Rabbimiz israfı haram kılmış, kaçınılmasını emretmiştir.
“Yiyiniz. İçiniz. Fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” (Araf Suresi:31)
Bu ayete göre insanoğlu her şeyin yaratıcısı olan Allah’ın verdiklerinden yararlanacaktır. Yiyecektir. İçecektir. Her türlü ihtiyacını giderecektir. Ama hiçbir şekilde israfa kaçmayacaktır. Zengin ülkelerde yiyecekler israf edilirken, fakir ülkelerde yiyecek bulmakta sıkıntı çekilmektedir.
Dünyada yaşanan açlık ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetmezliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamamasıdır. Bunun yanında gıda israfının da etkisinin ne derece büyük olduğu unutulmamalıdır. Türkiye’de her gün 6 milyon ekmek çöpe atılmaktadır.
Bizler neyi israf etmiyoruz ki? Başta ekmeği israf ediyoruz. Ülkemizde günde 5 milyon, yılda 18 milyar ekmek çöpe atlıyor. Ekmek saygı duyulması gereken bir nimettir. Lütfen duyarlı olalım.
İlaç israfı, uzayan telefon konuşmaları, söndürülmeyen lamba, kapatılmayan musluk, çöpe dökülen yemek, iki bulaşığa, üç çamaşıra çalışan makineler, trafikte harcanan yakıt, Ölüye lüks mezarlar yapılıyor. Hacca gidip gelen hediye dağıtmaya zorlanıyor. Modayı takip etme adına giyimde de büyük israflar yapılmaktadır. Allah’ın emri, insanın yaptığı bütün işlerde iktisatlı olmasıdır.
Unutmayalım, hiçbir kaynak sınırsız değildir! İsrafı, inancı yaşamakla önleyebiliriz. Gücümüzü, hayatımızı, zamanımızı yani sahip olduğumuz maddi-manevi her şeyi ölçülü kullanmalıyız. Çünkü bu hayatın sonunda bize verilen şeyleri nerede, nasıl değerlendirdiğimiz bize sorulacaktır.
Bir insanın Allah’ın verdiği nimetleri sorumsuzca tüketmesinden daha üzücü ne olabilir? Hz. Peygamber (s.a.v) “Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından ve bildiklerini yaşayıp yaşamadığından sorguya çekilmedikçe bulunduğu yerden kıpırdayamaz. ”sözüyle insanın sorguya çekileceği işaret etmiştir.
Bir söz vardır. Memuru süslü avrat, zengini hayırsız evlat, politikacıyı da kuru inat batırır.
Her nimetten hesaba çekileceğimiz mahşer günü, sorgu-sualden yüz akıyla çıkabilenlerden eylesin. Yiyin için ama israf etmeyin!