Ahmet Aygün Ata
Türkiye Cumhuriyeti son 40 yıldır etnik bölücü ve dinci bölücü tehdidin acılarını can yitirerek, ekonomisi, tarımı, eğitimi, sağlığı emperyal kapitalist sistemin piyonu olmuş iktidarların eliyle özgürlük ve bağımsızlığından ödün vererek ve en acısı kurucu değerlerine ihanet ederek –edilerek, yokluklara mahkum edilerek fili ya da dolaylı saldırı altındadır. Buna şimdide sığınmacı terörü eklendi.
Son 10 yıldır ülkemize sığınmacı olarak kabul edilenler Türk ulusunun evlatlarını öldürüyor, yaralıyor. Kentlerde terör yaratıyor. Kendi içlerindeki törelerini şiddete dönüştürüyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına meydan okuyor. Silahlanıyor, silahlı çeteler oluşturuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine ve kurucusuna hakaretler sergiliyor. Genç kızlarımızın, kadınlarımızın görüntülerini yaygın basında sapıkça yayınlıyor.
Kuşkusuz bu teröre (ki onları bu ülkeye sokanlar münferit demekte) devletimizin güçleri gerekeni yapıyor, yapmaya çalışıyor. Ancak ülkemizin üzerinde yaratılan tehdide yarayan önlemler bunlar değil.
1990’ların başında Pentagon’da tasarlanmış nüfus yapımızın değiştirilmesine yönelik tasarının düğmesine basıldı. O günün uygulayıcısı ANAP’tı ve Peşmergeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarına mağdur olarak(!) aldı. Sözüm ona kayıt altına alınmışlardı. Kanlı terör örgütü PKK’nın kentlere inmeye başlaması, kent örgütlenmelerine başlaması bu yıllarda başladı. Her nasılsa kayıtlar kaybolmuş, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kalacağı söylenen bu sığınmacılar Türkiye Cumhuriyeti’nin dört bir yanına dağılmıştı. PKK’nın bu örgütlenmelerinin yayılması için birde ülke içi göç gerekliydi ki. Bu da sağlandı.
Özellikle deniz kıyısında bulunan il ve ilçelerde yoğunlaşan, ardından sanayileşmiş kentlere sıçratılan bu göçle hem fiziki, hem maddi güç kaynağı elde etmede PKK hiç bir zorluk yaşamadı. Buna ABD’nin ve AB’nin kılıfı hazırdı. “İnsan hakları, demokrasi, bireysel özgürlük.”
Camiyi çalacak olanlar bu kılıfa sımsıkı sarıldı. Özellikle sosyalistler, dinciler, liberaller bu kılıfın çocuklarıydı. Kılıf delikti. Bu nedenle kılıftan sızanlar yurt, ulus gibi kavramlara hakaret etmeye başladılar. En çok nasibini alan ise Türk ulusu ve sözcüğü idi. Etnisite üzerinden küfür eden bu piyonlar nedense ulus kavramından, özellikle de Türk ulusundan nefret ediyordu. Gerçekte bunu akıl edecek nitelikte değillerdi. Ancak sömürgeci Batı’nın propagandaları dikte ettirildiğinden bunu siyasetmiş gibi savunmaya başladılar. Buna bir de din sosu gerekliydi. Ne yazık ki, Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak mücadele edilen yobazlık gerilese de çok partili hayata geçiş ile birlikte kalan artıklar partilere yerleşmeye başladı. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin içini oymaya, Türk ulusunu yok etme tasarılarına piyonluk etmeye başladılar.
ABD’li yöneticilerin 2000’lerin başından bu yana dillendirdiği, “2030’lara dek Orta Asya’da bulunan Arapların yaklaşık 40 ila 60 milyonunu Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Balkanlardaki Müslüman ülkelerine yerleştirmek gerekli. Bu yolla çıkarlarımızı korumalıyız.” demeçlerini gerçekleştirmek için bu kez AKP kurduruldu. Gerçekte bu tasarı yeni değildi. 1900’lerin baş sömürgecisi İngiltere’de Kurtuluş Savaşı’mızda tokat yiyince soysuz cemaat ve tarikatlara çok büyük yatırımlar yaptı. Nitekim Cumhuriyetimizin kuruluşunun ilk yıllarında çıkan sözde din ayaklanmalarının finansörü İngiltere idi. Winston Churchill bunu reddetmedi zaten.
Sömürgeciliğin baş aktörü durumuna gelen ABD, neredeyse sağmal inek gibi Arabistan yarımadasının ülkelerini sağıyordu. Her türlü yolu denemesine karşın Türkiye Cumhuriyeti’ni bu yola tam olarak sokamamıştı. Üstelik artık silahlı işgaller maliyetli ve ülke içinde tepki çekiyordu. Artık savaşlar basın, internet, biyolojik araştırmalar, satın alınmış gazeteci, gazeteler, yöneticiler, ele geçirilmiş göz boyayan TV kanalları, filmler, diziler ile yapılıyordu. Evet sonuç alması uzundu ama içine işleterek üç beş kuşağı elde edebiliyorlardı. Üstelik buna tüm siyasi düşünceler destek veriyordu, sağdan soldan, yandan ortadan!
AKP, maliyetleri 50 milyar doları geçmiş Suriyeli sığınmacılardan sonra Afgan sığınmacıları da, yanı sıra Pakistan’dan kaçan dinci kaçkınları, suçluları da buyur ediyor Türkiye Cumhuriyeti’ne. Suriye ile yarattığı sorun hem iç hem dış güvenliğimizi mahvederken, Orta Asya’da bulunan ülkeler ile gelinen noktada tam 250 milyar dolarlık bir ekonomik kazanç yitirilmesi ile karşı karşıyayız. Durmaksızın artan şehitlerimiz, gazilerimiz ise bu kendisinin aklından çıkmamış ama şak denilip tak yerine getirdikleri emperyalist kapitalizmin tasarısının sımsıkı uygulayıcısı olduklarının en acı yansıması.
Açıkçası planlı işgal var, AKP bunun uygulayıcısı.
Peki muhalefet? ‘Büyük çoğunluğu göndermeyeceklerini ya da gitmek isteyen varsa gider gitmeyenler ise entegre edilir’i çoktaaan deklare ettiler.
Unutulmaması gerekeni yine Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ümüz söylemiş.